28 Ağustos 2014 Perşembe

Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları: Su - Buket Uzuner



Buket Uzuner benim twitter’dan da takip ettiğim yazarlardandır. Kendisinin özellikle çevreye ve yunus parklarına karşı olan kampanyalardaki aktif rolleri ile gönlümü fethettiğimi söylemeden geçmek istemiyorum. Su romanının içinde çevre ile ilgili anektodlar olacağına emindim ve hiç yanılmadığımı daha ilk sayfalarda anladım. Kitap bir polisiye olmasına rağmen, içinde bahsi geçen başka kitaplar, beyitler,  efsaneler ve masalların büyüsüne kapılarak okumaya devam ettiğiniz ve sonunu merakla beklediğiniz bir roman olmuş. Buket Uzuner’in edebi dili sizi sıkmadan sürüklemekte, özellikle dinler arası farklılıklar, ayrımcılık üzerine yaptığı yorumlara bayıldım, çevreye ve doğaya ve özellikle suya bakış açımı değiştiren bende farkındalık yaratan bir kitap oldu. Kitabın ana karakteri Defne Kaman bu sefer başka bir maceraya yelken açtı, yeni kitabın adı Toprak... Tabi ki raflarda yerini alır almaz bir kopya edineceğim.
Arka Kapaktan;
Buket Uzuner'in, bugün Anadolu'da yaşayan her kültürü derinden etkilemiş kadim Kamanlık (Şamanizm) geleneğinin dört unsuru olan SU, TOPRAK, HAVA, ATEŞ'ten ilham alarak yazdığı yeni romanı UYUMSUZ DEFNE KAMAN'IN MACERALARI dörtlemesinin ilk kitabı 'SU' çıktı!..
Gazeteci Defne Kaman bir yaz akşamı bindiği vapurda arkasında hiçbir iz bırakmadan kaybolur. Onu aramakla görevli Komiser Ali Ümit ile arkadaşı Sahaf Semahat kendilerini aniden tuhaf olaylar ve esrarengiz semboller arasında bulurlar. Bir yandan kendi hayatlarını sakatlayan yasak ve tabulara rağmen ayakta kalmaya çalışırken, kayıp gazeteci Defne Kaman'ın peşinde nefes nefese bir maceraya sürüklenirler.
Buket Uzuner, SU romanında bütün canlı varlıkları eşit değerde kabul ederek doğayı ve yaşamı kutsayan kadim Türk geleneği Kamanlık'a (Şamanlık) selam ederken, okurları hem eko-feminist bir okumaya, hem de 1000 yıl önce Uygur harfleriyle ön-Türkçe yazılmış olduğu düşünülen (Mutluluk Bilgisi) KUTADGU BİLİG ŞİFRESİ ile zihin oyunlarına davet ediyor.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Japon Yapmış - Onur Ataoğlu


Japonya’daki Türkiye Büyükelçiliğinde ekonomi müşaviri olarak üç buçuk sene göre yapan Onur Ataoğlu, ülkemize döndükten sonra kendi bakış açısı ile Japonya’yı bize anlatmış. Kitapta tarih, coğrafya, nüfus vs. gibi ana bilgilerin yanında hayli eğlenceli bilgiler de eklenmiş. Onur Ataoğlu’nun Japon halkını bir Türk gözü ile bizlere anlatması ise kitabın en mizahi tarafıydı. Kitap her ne kadar iddialı olmadığını söylese de yazar Japonya ile ilgili bir sürü kaynaktan yardım alarak okuyucuya sağlam bilgiler de aşılmakta, yani üzerinde çalışılmış güzel bir kitap. Uzak doğu ile biraz ilgileniyorsanız ya da bonzai, sumo, geyşa, manga, samuray, ikebana gibi kelimeler sizlerde merak uyandırıyorsa bu kitabı mutlaka arşivinize alın.
Arka Kapaktan;
Dünya üzerinde Türkçeden başka hiçbir dilde, hatta Japoncada bile "Japon yapmış" kadar Japonya’yı ve Japonları açıklayabilecek kısalıkta ve kudrette bir deyiş yoktur. Halkımız bilmeden veya bilerek, Japonlara özgü Zen Budizm’inin sade ve derin felsefesi ile uyumlu bir özdeyiş üretmiştir. Bu özdeyiş, Japonya’ya ve Japon halkına bakışımızı özetler; hayran olma, takdir etme, imrenme, taraf tutma, destekleme, hayıflanma, iç çekme, özeleştiri, kıskanma ve bazen motive olma! Japon ne yapmıştır, nasıl yapmıştır, niye yapmıştır, pek bilinmez; ama yapmıştır işte!
Onur Ataoğlu, Japon yaratılış efsanelerinden Budizm’e, Japonya tarihinden modern günlük hayata, samuray ve geyşalardan manga ve haikulara uzanan geniş bir yelpazede Japon’un neler yaptığını anlatıyor… Üstelik hem düşündüren hem de eğlendiren bir dilde…

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Har - Murat Uyurkulak


 
Murat Uyurkulak yine benim severek takip ettiğim afilifilintalar grubunda bulunan ve Ot Dergi ’de yazan bir yazar, daha önce kendisinin kısa yazılarını okumuş ve çok beğenmiştim. Romanlarından birisini okumayı düşündüğümde ise en güzel yorumlar bu kitaba aitti. Bu sebeple bu kitapla kendisi ile tanışmaya karar verdim.
Neresinden başlasam, nasıl yorumlasam diye ciddi anlamda beni düşündüren bir kitaptı Har. Öyle masalsı ve epik bir dille yazılmıştı ki, ben kim oluyorum da bu kitabı yorumlayacak cüreti kendimde buluyorum. Kitapta yerin yedi kat üstünde büyük A, melekler, şeytanlar, cinler bulunurken yeryüzünde ise yamuklar, Onüç, Numune, gibi değişik karakterler bulunmaktaydı. Özellikle sonyamuk diye adlandırılan kişinin yazarın kendisi olduğunu düşünüyorum. Kitap bir nevi dinlerin nasıl doğduğu ve insanlığın kıyamete nasıl kendi elleriyle yaklaştığının hikâyesiydi. Bir sürü mecaz ve aforizma ile dolu olan bu romana ilk başladığınızda yavaş ilerliyorsunuz ancak ikinci bölümle birlikte yazılar su gibi akmaya başlıyor. Kesinlikle çok başarılı olduğunu söyleyebilirim.
Altını çizdiklerim;
“İnsanın ruhuna erişeceksen, deliğinden değil yarasından gireceksin”
“Yetti okuduğun. Artık yaz. Yaz, âlemdeki son imzan bir kelime olacaktır zira. Güçlü olsan da yaz, zayıf olsan da”
“Hoş görmek de bir aşağılama türüdür. İnsanları hoş gören, aynı zamanda hor da görüyordur" diye yazardı, ilahi mahlûklar için genel kılavuzda”
“Ne varlığın bulunmaz bir elmas olsun, ne de küfür başkalarına”
“Çalış ama işe bağlanma.
 Çalışmaktır tüm hazları öldüren”
 
Arka Kapaktan;
Bu ülke, ki Netamiye derler adına, ulu bir ejderhanın mide fesadından doğdu. Biz oradaydık, gördük her şeyi. Kıyametin yarım boy küçüğü bir alamet gündü. Yalan elbet, ulu falan değildi ejderha. Kanatlarından irin saçan, pespaye bir yaratıktı aslında. Hastaydı, uçarken kusuyordu sürekli. Şöyle son bir kez titredi, süzülürken ağzını açtı ve macunumsu fokurdak bir sıvıyı, uzun ince kilimler misali, kadim suyun ortasına seriverdi. Ejderha olgun bir armut gibi yere düşerken, macunkilim de hızla katılaştı, kabarcıklarından dağlar vadiler denizler hasıl oldu, bu ülke böyle vücut buldu.
Üzerinden her daim ekşi kokulu dumanlar tütmesi ondandır.”
Murat Uyurkulak’ın ilk romanı Tol çok sevilmişti. Har’ı da seveceğinizden eminiz. Dumanı tüten bir kıyametin romanı Har. Gökte melekler, cinler, “ben”ler, şeytanın ta kendisi, yerde Numune, Onüç, Otuzbeş ve bütün Yamuklar, tekmili birden aynı alametin üzerinde. Ne diyelim, Büyük A hepimizi korusun!

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Bir İdam Mahkûmunun Son Günü – Victor Hugo


İş Bankası’nın Hasan Ali Yücel serisinden bir kitap daha okudum. Bu seriyi zaman içinde bitirmeyi planlıyorum ama nasıl yetişeceğimi de bilemiyorum. 1800’lü yıllarda yazılan bu kitap o dönemdeki idam cezalarına karşı bir manifesto niteliği taşımakta. Yazar yazıp yazmama, yayınlayıp yayınlamama konusunda çok ciddi düşünmüş fakat en sonunda yayınlamaya karar vermiş. Bir idam mahkûmunun son gününü, hissettiklerini anlatan bu roman biraz karamsar ve bence çok gerçekti. Özellikle kitabın başındaki önsözü okumadan direk küçük tiyatro oyununa geçtim çünkü bazı önsözlerde kitapla ilgili bilgi veriliyor ve ben genelde önsözleri kitap bittikten sonra okuyorum. Kitabı bitirdikten sonra doğru bir hareket yaptığımı da anladım. Klasiklerden olmasına rağmen gayet hızlı ve keyifle okunabilecek bir roman, tavsiye ederim.

Altını çizdiklerim;

“Yasaları çocuklar yapmıyor” önsözden

“Kuşkusuz pek çok kitabın toplumsal düzeni yıkıcı etkileri var.” Önsözden

“İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkûmdurlar.” S- 7

“Bu yazılanlar düşünen bir insanın başını bir başka sefer adaletin terazisine atarken ellerindeki gücü belki de daha insaflı kullanmaya yönetmeyecek mi? “S- 11

“Manevi acının yanında fiziki acının ne önemi var?” S- 11

“İnsan içinde bulunduğu umutsuz koşullarda bazen bir zinciri bir saç teliyle koparabileceğini sanır.” S- 55

Arka Kapaktan;

Victor Hugo (1802-1885): Fransız edebiyatının en ünlü yazarlarından biri olan sanatçı, edebi ününü şiirleri ve oyunları ile kazandı. Romantik akımın en tanınmış adları arasında yer aldı. Toplumsal sorunlar ve politikayla yakından ilgilendi, 1848 ayaklanmalarının ardından Kurucu Meclis'e katıldı, daha sonra milletvekilliği yaptı, l'Evénement adlı bir gazete çıkardı. 1852'de Louis Bonaparte'ın imparatorluğunu ilan ettiği hükümet darbesine karşı çıktığı için sürgün edildi. Cezası 1859'da sona erdi, fakat imparatorluk yıkılana kadar gönüllü olarak sürgünde kaldı, 1870'de Fransa'ya döndü. 1871'de Paris Komünü'nü desteklemese de komüncüleri savundu. Victor Hugo 1829 yılında yayımladığı Bir İdam Mahkûmunun Son Günü adlı romanıyla idam cezasına taviz vermez bir tavırla karşı çıktı. Klasik edebiyatın şaheserleri arasında yer alan Notre-Dame'ın Kamburu ve Sefiller adlı romanlarıyla dünya edebiyat tarihine geçti.

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Aramızdaki En Kısa Mesafe - Barış Bıçakçı


Daha önce birçok kitabını okudum Barış Bıçakçı’nın ancak sanırım en çok bunu sevdim. Yazar kendi çocukluğunu da katarak çok sade ve naif hikâyeler yazmış. Neresi kurgu neresi gerçek çok kestiremiyorsunuz. En çok “Ailemizin Geçimi” ve kitaba adını veren “Aramızdaki En Kısa Mesafe” hikâyeleri beni etkiledi.  Ancak, kitaptaki 24 hikâyenin hepsi birbirinden güzel diyebilirim. Barış Bıçakçı’nın belli bir okur kitlesi var zaten, daha önce tanışmamış olanlara da şiddetle tavsiyemdir. Bütün kitaplarını bitirmeyi planladığım bu naif, satır aralarını dolduran yazarla mutlaka tanışmalısınız.

Arka Kapaktan;

Asıl öykü ile ilgilenmeyen bir anlatıcı ve yetişkinliğe varmayan bir çocukluğun öyküleri... Aynı soyadının önünde toplanmış beş kişinin belirip kaybolan dünyası... Bu dünyada hiçbir şey göründüğü hatta yaşandığı gibi değil, her şey hatırlandığı gibi! Daha önce İletişimden Herkes Herkesle Dostmuş Gibi (2000) ve Veciz Sözler (2002) adlı yapıtları yayımlanan Barış Bıçakçı, bu kitabında çok zor bir işe kalkışıyor: Çocukluğun sihirli dünyasına giriyor. Ve ustalıkla geliyor bu işin üstesinden. Çocukluk halini, çocuk duyarlılığını has edebiyatla anlatan ince, kırılgan hikâyeler kuruyor. Yepyeni bir şey bu. Türkçe edebiyatta kimse çocukluğu böyle anlatmamıştı...

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Hatice - Serdar Çekinmez


Okuduğum ikinci Serdar çekinmez romanıydı Hatice. Daha önce Tayyare’yi okumuş ve çok beğenmiştim, meğer Hatice yazarın ilk kitabıymış. Yazar beni hiç şaşırtmadı, aynı akıcı ve eğlenceli dille yazılmış olan bu kitabı bir çırpıda okudum. Heyecanlı ve çok bizden bir romandı, Edirne köyünde geçen ve neredeyse şiveleri ile yazılmış bu romanı sevdim. Hikâyede tek düze bir durum olmaması da güzeldi, sürekli yeni kişiler, bir aşk üçgeni hatta dörtgeni, aile bağları ve en önemlisi sanal alemin ne kadar tehlikeli olabileceğini anlatan bir romandı. Özellikle aşk ile ilgili cümleleri, Kerem Bey’in o hesapsız aşkını çok beğendim ve takdir ettim. Özellikle tatilde elden bırakılamayacak bir kitap olduğunu düşünüyorum. Serdar Çekinmez yeni bir roman yazıyor diye duymuştum, beklemedeyim…

Arka Kapaktan;

Serdar Çekinmez ’in ilk romanı Hatice, soluk soluğa okuyacağınız bir kaçışın öyküsü. Balkanlardan Türkiye’ye uzanan yolculukları, bir sınır köyü olan Geçenlerde kesişen karakterler sizi farklı evrenlere taşıyacak. Kerem Beyle âşık olacak, Kutlu ile maddiyatı sevecek, Ahmet’le başpehlivanlığa güreşeceksiniz… Nevin olup herkesi büyüleyecek, Ayşin olup kıskançlığın acısıyla kıvranacaksınız… Hatice mi? Sonrasını size kendisi anlatacak... Romanın sihirli sayfaları sizi yeni bir aşka ve kovalamacaya davet ediyor. Hatice, kendi sesine sahip, alışılmadık bir ilk roman.