Uzun bir aradan sonra tekrar
merhaba... bu sefer okuduğum kitabın gücü beni bu postu yazmaya yönlendirdi
desem hiç yalan söylemiş olmam...
Daha önce Yahudi soykırımı ile
ilgili kitaplar okumuştum ancak istediğim ve bence olması gerekli olan şiddeti
hiçbirisinde bulamamıştım. Gece ise bu konuda araştırma yaparken karşıma çıkan
kitaplardan birisi. Tüm dünyada okutulmakta ve yazarına Nobel Barış Ödülü
getirmiş olan bir kitap. Yazarın gerçek hayatını anlatmış olması kitabı daha da
vurucu yapıyor.
Elie Wiesel 1943 yılında
16 yaşındayken ailesi ile birlikte önce Auschwitz buradan sonra da Birkenau
toplama kamplarına götürülüyor. Bu sürede ailesi ile birlikte yaşadıklarını
anlattığı kitabı o dönemin gerçek şiddetini bir tokat gibi yüzümüze vuruyor.
Uzun
zamandır blogta bir şeyler paylaşamıyordum, biraz aksattığımı kabul ediyorum
ancak bu kitap beni o kadar derinden etkiledi ki hakkında iki cümle de olsa
yazmak istedim.
Kitapta beni en çok etkileyen
paragrafı aşağıda paylaşmak isterim..
“Hayatımı yedi kez sürgülenmiş uzun bir geceye çeviren kamptaki o ilk
geceyi asla unutmayacağım.
O dumanı asla unutmayacağım.
Dilsiz mavi göğün altında vücutları kıvrımlara dönüşen çocukların o
ufak suratlarını asla unutmayacağım.
Yaşama zevkinden beni sonsuza dek mahrum bırakan bu gece sessizliğimi
asla unutmayacağım.
Tanrımı ve ruhumu katleden, rüyalarımı çöle çeviren bu
anları asla unutmayacağım.
Tanrı’nın varolduğu kadar uzun yaşamaya mahkum edilsem bile bunu asla
unutmayacğım. Asla. “
Lütfen alın ve okuyun,
insanoğlunun nasıl insanlıktan çıkıp, gururun nasıl ayaklar altına
alınabildiğinin ve politikanın nasıl zulmleri görmezden geldiğine tanık olmak
için bu kitabı okuyun.
Bu arada kitabın iki adet devam
kitabı var, isimleri Dawn ve Day, ancak ben türkçe basılmış halini internette
bulamadım, bilen varsa bana mail atabilirse çok sevinirim.
Sevgilerimle,