“Ölüm geldi mi lambayı
söndürür!!!”
Sırf bu cümle bile bu kitabın
okunmaya değer olduğunu gösteriyor! Hepimizi yasa boğan Soma faciasından sonra
#kitapkardeşliği tarafından seçilen bu kitap o yıllardan bu yıllara hiçbir
şeyin değişmediğini gösteriyor. Aslında sırf bu yüzden biraz kızgınım ve
üzgünüm.
Hayatlarının tek geçim kaynağı
madencilik mesleği olan bir kasabada yaşanan olaylar ve bu kasabaya yeni gelen
bir adamla birlikte insanların bilinçlenerek haklarını savunmaya başlamalarını
konu alan bu kitap beni gerçekten etkiledi. Etienne’nin Catherine’e olan aşkı,
kadınların toplumdaki değersizliği, güçlünün güçsüzü hep ezme çabası, açlık ve
sefalet bu kitapta iyi işlenmiş konulardandı. Ayrıca grevin devamında işlerin
nasıl yoldan çıkabildiği de ilginç bir ayrıntıydı. Kitabın kalınlığı gözünüzü
korkutmasın çünkü başlandığı anda kolayca ilerleyebileceğiniz bir akıcı dile
sahip.
Kitap bittiğinde ise tek
düşündüğüm “sadece 5 cent daha fazla istemişlerdi” bu kadar basit bir istek
bile işletmeciler tarafından nasıl bastırılmaya çalışıldı…
Altını çizdiklerim;
“Kan mı bu? Hayır, kömür tozu…
İçimde ölene dek beni ısıtacak kömür var.” S- 9
“Anlaşabilmenin en iyi yolu
serinkanlı olmaktır. “S- 55
“İnsan güçlü olmadığı zaman
akıllı olmak zorundadır.” S- 62
“İnsan, hayvan gibi yerlerde
süründüğü zaman, hiçbir vakit elde edemeyeceği şeyleri kendisine veren tatlı
bir yalan bulunmalıydı yaşamında.” S- 176
“Ama yöneticiler bütün uyarıları
aynı sinirli cümleyle yanıtlamışlar: kömür çıkarmak her şeyden önce gelirmiş,
kuyu daha sonra rahat rahat onarılırmış nasıl olsa.” S- 473
Arka Kapaktan;
Yüzyıl sonunda, kan rengine
bulaşmış bir akşam vaktinde, kesinlikle hepsini peşlerinden sürükleyecek bir
isyanın kıpkırmızı görünümüydü. Evet, bir akşam vakti, dizginlerini koparan,
gemi azıya alan halk, böyle döt nala koşacaktı yollarda. Burjuvaların kanını
akıtacaktı dereler gibi, kesik başları gezdirecek, kırılan kasalardan dökülen
altınları her tarafa saçacaktı. Kadınlar uluyacak, erkekler de ısırmak için
kurt çenesini andıran çenelerini açacaklardı. Evet, gene paramparça giysileri,
gene saboların yankılanan tıkırtılaı, pislik içindeki bedenleri, kötü kokan
nefesleri, dizginlenemeyen barbar taşkınlığıyla o öfkeli, dehşet verici
kalabalık alt üst edecekti ortalığı. Her tarafta yangınlar çıkacak, taş üstünde
taş kalmayacak, yoksulların bir gecede kadınlara saldırıp, varlıklı kimselere
ait şarap mahzenlerini boşaltacağı o müthiş şehvet ve yeme sefahatinden sonra
ilkel insanlar gibi ormanlara dönülecekti. Belki de yeni bir ünyanın geleceği
güne kadar hiçbir şey kalmayacaktı. Ne para ne şöhret. Evet, doğanın bir gücü
gibi bunlar geçiyordu yoldan işte ve içerdikleri de yüzlerinde bunların korkunç
rüzgarını hissediyorlardı. Başka bir çığlık, 'Marseillaise'i bastırdı: 'Ekmek!Ekmek!Ekmek!'"
ortaokulda okumuştum beni en çok etkileyen kitaptır.1860 lı yıllarla 2014 hala aynı hiç bir şey değişmedi.Bu kitabı okurken karakterlerle birlikte açlığı ve kapana kısılmayı bende hissettim.Emile Zola gerçekten müthiş bir anlatımla insanı kitabın içine çekiyor ve sizde kitabın sonunda karakterlerle ölüyorsunuz yaşamanıza imkan yok.Filmini de izlemiş ama kitap kadar başarılı bulmamıştım.Bir bakayım kimseye vermemişsem tekrar okumak geldi içimden şimdi ağzına sağlık:))
YanıtlaSilteşekkür ederim... sevgiler... :))
SilGerçekten çok etkileyici bir kitap.. yeni okuma fırsatı buldum ve hayran oldum diyebilirim... güzel yazmışsınız.
YanıtlaSilhttp://mahrem-i-esrar.blogspot.com.tr/2014/08/germinal-emile-zola.html
çok teşekkür ederim...
Sil