Uzun bir aradan sonra tekrar
merhaba… Son dönemde yoğunluk ve uyuşukluğum sebebiyle kitap okumaya devam
ettim ancak bloğuma hiç dönüp bakmadım. 2017’de bu durumu değiştirmenin, bloğuma
daha fazla zaman ayırmanın peşindeyim…
2016 yılının son aylarında
okuduklarımdan es geçmek istemediğim bir kitap var bugün elimde. Gürgen Öz’ün daha önce öykü kitabı Nevrotik’i
okumuş ve bayılmıştım. Bu sefer bir gerilim romanı ile karşımızda yazar. Gerilim
olmasının yanında çok da inceden bir kişisel gelişim, yüzleşme ve insan davranışlarından
da dem vuran bir roman.
Konusu iki habercinin bir haber
için Trabzon’a gitmesi ve çekimler esnasında gizemli bir köyden bahsedilmesi
üzerine o köye gidip çekim yapmak istemelerini anlatmakta. Buraya kadar daha
önceden de duymuş olabileceğimiz bir hikâye gibi gelebilir ancak Gürgen Öz
konuyu gerçek olaylar ile birleştiriyor ve okuyucuya bu köyde olabileceklerle
ilgili akıl oyunları yaparak önümüze koyuyor ki, ben ara sıra kitabı elimden
bırakarak neden okuyorum ki diye düşündüm!! Bu sebeple gerilim seven kitap
dostları lütfen kaçırmayın bu kitabı..
Kitapta Dyatlov Geçidi Vakası
gibi geçmişte yaşanan gerçek olayların yanı sıra kanıtlanmamış olmasına rağmen birçoğumuzun
inandığı Çarşamba Karısı, Üç harfliler, Karakoncolos gibi olaylarla da süslenen
bu kitabın esas korku hikâyesi insanın içindeki karanlık köyden bahsetmesinde gizli olduğunu düşünüyorum. Şöyle bir cümle var mesela;
“Yaşadığımız bu kültürde, inan herkesin kendi
içinde gitmek istemediği ‘Karanlık bir Köy’ mutlaka vardır."
Ayrıca bahsetmeden geçmeyeceğim yazarın
geçmişte yaşanan politik olayları, Balkan Türklerinin yaşadıkları, Rum
sorunları, Müslüman- Hristiyan yayılma çabaları ve genel siyasi durumları da
konunun içine dâhil etmesi okuma hazzımı arttırdı.
Altını çizdiğim cümleler;
- Sonuçta ırklar yoktur bana göre. İyi insan
vardır, kötü insan vardır en basit haliyle.
- Bu toplumda insanlar sahip olduğumuz baskıcı
kültür nedeniyle gerçeklerden kaçmaya, onları reddetmeye başlıyorlar. Oysaki
gerçek, insanı özgürleştirir. Bu olmadığında ise insanlar batıl inançlar
üretirler ve onlara inanmaya başlarlar.
- Herkes kendi gerçeğini arar, kendi gerçeğini
yaşamak ister. Bu baskılandığında ise her şey çarpıklaşmaya başlar.
- Bizdeki bu zihniyetin sessiz öğretisinde, bırak
farklı bir kültürden olmayı, farklı bir kişiliğinin olması bile adeta suç olarak
empoze ediliyor. Suçlu hissettiriyorlar sana. İradelerimiz üzerinde çocukluktan
başlayarak kilitler vurulmuş, öğrenilmiş bir çaresizlik var herkeste. Zihinlerimiz
özgür değil!
- İnsan yaşamayınca bilemez! Bilemeyince de
inanmaz!
Arka Kapaktan;
"Oraya gitmeyin ağabey... O
köye gidip hiç dönmeyen çobanlar var..."
Karadeniz'in karanlık
ormanlarında, iki yüksek dağ arasında, yüzyıllar öncesinden kalma, pek
bilinmeyen eski bir Rum köyü... Yaşlıların "Karanlık Köy" dedikleri,
içinde uğursuz bir enerji barındırdığına inanılan ve kimselerin gitmediği,
gitmekten korktukları, kendi tarihine hapsolmuş gölgeler içinde bir hayalet...
Geçmişte, soğuk bir kış gecesinde, köydeki insanların nedeni anlaşılmayan bir
cinnet ve çıldırmışlıkla birbirini öldürdüğü ürkütücü bir alan... Ve burayı
keşfetmeye niyetli, varlığını duyar duymaz belgesel çekmeye karar vermiş iki
maceraperest.
Sizce korktuğumuz gerçeklerden
kaçtığımızda, onlar daha korkunç batıllara mı dönüşür? En önemlisi; korktuğumuz
şeylere inanmaya başladığımızda, onları gerçek yapar mıyız?
Yüzleşemediklerimiz,
sakladıklarımız, batıllarımız ve toplum olarak geçmişte sıkışıp kaldığımız
şeyler üzerine heyecanlı bir psikolojik gerilim...
"Herkesin içinde, gitmek
istemediği karanlık bir köy vardır..."
Kitabı yeni keşfettim, blog keşfine çıktım. Kimler okumuş ne demiş.
YanıtlaSil"Herkesin içinde, gitmek istemediği karanlık bir köy vardır..."
O kapıyı aralamasak mı acaba?