28 Ekim 2015 Çarşamba

Kafes- Josh Malerman


Çeşitli bloglarda ve internette o kadar çok tanıtımını gördüm ki normalde çok okuduğum bir tür olmamasına rağmen merakıma yenik düşerek kitabı aldım. Gerilim, korku pek okumam, çünkü etkileniyorum ama bu kitap için olumlu yorumlar okumuştum. Açıkçası gerilim beklentim de çok daha üst seviyelerdeydi, neyse ki bütün korkularım yersizmiş. İnanın ki haberlerde daha ürkütücü şeyler görüyor ve yaşıyoruz. Kitabın tanıtımları her ne kadar müthiş olsa da ben çok beğenmediğimi söylemek istiyorum.

Birinci sebep, daha fazla ayrıntıya ihtiyacımızın olduğu, çünkü olaylar ne sebeple veya ne tür canlılardan dolayı yaşandığını bilmek hayal etmemizi kolaylaştırabilirdi, ikincisi kitabın umarım devamı olacaktır çünkü sonu hiçbir yere bağlanmamıştı, üçüncüsü ise sürekli bir tekrar yaşanmasındandı. Evet, konu orijinal, karakterlerin gözleri bağlı, çocukların gözleri bağlı ama bundan sürekli bahsetmek kitabı gereksiz uzatmış gibi geldi bana. Burada yazdığım her türlü yorum benim kişisel yorumumdur ve bu hikâyeyi çok da beğenmediğimi ancak eğer filmi çekilirse efektler ile bizi daha çok etkileyeceklerine emin olduğumu belirtmek isterim. Okuduğum süre boyunca ben hiç gerilmedim, bu sebeple beklentimi maalesef karşılamadı.

Arka Kapaktan;

Dışarıda bir şey var…
Görülmemesi gereken korkunç bir şey… Ona atılan bir bakış kişiyi ölümcül bir deliliğe sürüklüyor. Ne olduğunu ve nereden geldiğini ise kimse bilmiyor.
Malorie ve iki çocuğu, olayların başlangıcından beş yıl sonra hayatta kalmayı beceren bir avuç insan arasındaydı. Nehrin kenarındaki terk edilmiş bir evde çocuklarıyla yaşayan Malorie, ailesinin güvende olabileceği bir yere gitmenin hayalini kuruyordu. Fakat onları bekleyen yolculuk tehlikelerle doluydu. Tek bir yanlış hamle ölümlerine yol açabilirdi. Ve onları takip eden bir şey vardı.

Bu bilinmeyene doğru gözbağının karanlığında yaptığı yolculukta Malorie sık sık geçmişi hatırlıyordu. Bilinmez tehlikenin karşısında bir araya gelerek hayatta kalmaya çalışan, kendisini de aralarına kabul ederek onu da kurtaran ev arkadaşları teker teker aklına geliyordu: Bir zamanlar yabancı olan bir grup insanın birer birer kapısını çaldığı evde kurdukları ortak hayat... Ancak sağ kalan ve kapılarını çalan insanlar arttıkça ortaya yüzleşmeleri gereken bir soru çıkmıştı: Herkesin aniden delirdiği bir dünyada kime güvenilebilirdi?

19 Ekim 2015 Pazartesi

Paris ve Londra'da Beş Parasız - George Orwell


Özellikle biraz da otobiyografik olduğunu duyduğum için okudum bu romanı, Orwell yine gerçekleri insanların yüzüne çarpmayı başarmış. Paris gibi dünyanın en şık şehirlerinden birisinde bile yoksul halkın açlığının sefaletinin aynı olduğunu yaşayarak öğrenmiş ve bizlere anlatmış. Paris’teki restoranlar ile ilgili kısımları özellikle dikkatimi çekti diyebilirim, çünkü hayalimizde hep en şık, en zarif lokantaların arka mutfaklarında kimler çalışıyor ve nasıl bir sefalet var çok net anlatılıyor. Üzerindeki kıyafetleri rehinecilere verenler ya da satmaya çalışanlar, yerdeki izmaritlerden sigara ihtiyaçlarını gidermeye çalışanlar, günde neredeyse 20 saat çalışarak sadece bir parça ekmek ve pis, derbeder bir dam altında uyumayı kazanabilenler ile dolu bu kitap. Yazar, Londra’ya gittiğinde de durum pek farklı değil hatta daha da ağır şartlarla karşılaşıyor, bu yüzden çok milliyetçi bir kitap olduğunu söylemeyeceğim. Yazarın, daha önce Aspidistra, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ve Hayvan Çiftliği kitaplarını da okuyup çok beğenmiştim.

Altınız çizdiklerim;

Yine de meteliksiz kalmanın bana kesinlikle öğrettiği bir iki şeyi gösterebilirim. Bir daha hiçbir zaman berduşların sarhoş birer ahlaksız olduğunu düşünmeyeceğim, bir peni verdim diye bir dilencinin bana minnet duymasını beklemeyeceğim, işsizler uyuşuksa buna şaşmayacağım, selamet ordusuna para vermeyeceğim, giysilerimi rehine koymayacağım, sokakta birisinin uzattığı el ilanını geri çevirmeyeceğim, şık bir restoranda yediğim yemekten tat almayacağım. Bu, bir başlangıç.

Arka Kapaktan;

Beş parasız kalmaktan o kadar çok bahsetmiştiniz ki; eh, işte beş parasız kaldınız ve hâlâ ayaktasınız." Paris ve Londra'da Beş Parasız, 20. yüzyılın en büyük romancılarından George Orwell'in, Avrupa'nın iki büyük şehrinde, Paris ve Londra'da yaşadığı sefaleti olanca gerçekliğiyle anlattığı, son derece önemli bir eser. Bir gün Paris'in orta yerinde meteliksiz kalan genç yazar, yoksulluk ve açlıkla mücadele etmeye başlar. Rehineciler, iş bulma kurumları, umut tacirleri, karın tokluğuna günde on yedi saat çalışılan karanlık otel mutfakları arasında sürüp giden Paris macerası, yazarın güç de olsa kendini Londra'ya atmasıyla sona erer ama Londra'da onu çok daha ağır şartlar beklemektedir.


Orwell, modern insanın ısrarla görmezden geldiği bir dünyanın kapısını aralıyor. İşsizlik, evsizlik, açlıkla damgalanan bu dünyanın insanları izbe pansiyonlarda, berduş barınaklarında yaşıyor, hayata bir ucundan tutunmaya çalışıyorlar. Paris ve Londra'da Beş Parasız, köleliğin hiçbir zaman, modern zamanlarda bile ortadan kalkmadığını, sadece görünüm değiştirdiğini anlatıyor.

7 Ekim 2015 Çarşamba

Trendeki Kız - Paula Hawkins


Sosyal medya hesaplarında sürekli gördüğüm ve hep güzel yorumlar alan bu kitabı gerçekten merak ettiğim için okudum.  Normalde bu kadar reklamı yapılan kitaplar hakkındaki yorumların biraz şişirme olduğunu defalarca tecrübe etmiş bir okur olarak biraz önyargı ile kitaba başladığımı da itiraf etmem gerekiyor. Ancak, korkularım yersizmiş, çünkü kısa bir sürede ve merakla okuyup tamamladığım bu kitabı sevdim ve sıkılmadan okudum. Kitap beş, altı ana karakter etrafında dönüyor, onların hatıralarından parça parça okuyucu tarafından birleştirildikçe ilginçleşmeye başlıyor.  Rachel, işten atılmış ve eski kocasına hala âşık bir kadın, aynı zamanda alkolik olduğundan sürekli problemler yaşıyor. Trende seyahat ettiğinde önünden geçtiği evlere dikkatle bakıp kendi aklından hikâyeler yazıyor. Ancak bir gün hiç tahmin etmediği olaylar görüyor ve diğer ana karakterlerden Megan’ın ortadan kaybolması ile bu işle ilgilenmeye başlıyor. Her karakterin kendine özgü bir anlayışı ve yaşam tarzı bulunmakta. Bir sayfada Anna’ya kızarken diğerinde Rachel’a sinir olabiliyorsunuz. Açıkçası belli bir noktaya gelene kadar benim katil zanlısı olarak başkasını düşünmüştüm, bu anlamda yazarın güzel ters köşe yaptığını belirtmeliyim. Bu kitabın filmi çekilecek mi bilmiyorum ama ciddi anlamda gişe yapacağına eminim.

Arka Kapaktan;

Rachel her gün aynı trene binip aynı çifti izliyordu. Çiftin başına gelenleri bütün ülke duyduktan sonra, hayatlarına dâhil olmaya karar verdi.

 "Büyüleyici, sürükleyici, üst seviye bir gerilim. Mutlaka okuyun!"

-S.J. Watson-

"Hem karakter yaratımı hem olay örgüsü muhteşem, harika bir kitap! Yeni neslin Alfred Hitchcock'u." -Terry Hayes-

"Zeki, gerilim dolu ve baştan aşağıya sürükleyici bir roman."

-Lisa Gardner-

"Aklınızı başınızdan alacak, zekice yazılmış bu psikolojik-gerilim romanı hem muhteşem hem de tren enkazı kadar korkunç!"

-Publishers Weekly-

"Nefesleri kesen bir ilk roman. En dikkatli okurlar bile, Hawkins olayları teker teker açığa çıkarıp, aşkın ve takıntının şiddetle olan kaçınılmaz bağını ortaya koyarken şaşırmaktan kendilerini alamayacaklar." -Kirkus-

"Trendeki Kız, her şeyi anladığınızı düşündüğünüz an sizi farklı bir sürprizle karşılıyor."

-Entertainment Weekly-