25 Eylül 2013 Çarşamba

Ve Dağlar Yankılandı - Khaled Hosseini


Khaled Hosseini’nin daha önce yazdığı Uçurtma Avcısı ve Bin Muhteşem Güneş romanlarını okumuş ve çok beğenmiştim. Bu romanının da yayınlandığını duyduğumda çok sevinmiştim. Ancak maalesef özellikle Uçurtma Avcısı’ndan aldığım tadı alamadım. Sanırım yazar ilk romanı ile çitayı çok yükseltti, bu yüzden okuyucu olarak bizlerin de beklentileri çok yüksek oluyor.
Kitap, evlatlık verilen bir kız çocuğunun hikayesini baz alsa da, bu ailenin hayatına giren çıkan insanların hikayelerinden de toparlanarak devam ediyor. Daha çok küçük günlüklerin birleştirilmesi gibi hissetim ben. Diğer kitaplarda olduğu gibi bir ajitasyon bu kitapta bulamadım, benim yazardan beklentilerimden birisi olan bizi derinden etkileyecek olaylar yoktu. Hikaye değişik ve güzeldi ama maalesef ki ben önceki Hosseini romanlarında hissettiklerimi bu romanda hissedemedim.
Altını çizdiklerim;
“İyi şeylerin hiçbiri bedava değildi. Sevgi bile. Her şeyin bedelini ödüyordun. Ve eğer yoksulsan, elindeki tek nakit, kahır çekmekti.” S- 24
“Bir öykü giden bir trene benzer: ona nereden binersen bin, er ya da geç hedefine varırsın.” S- 75
“Bir başkasının yüreğini, yüreğinden geçenleri yargılarken kişi bir miktar da olsa alçakgönüllülükten ve yardımseverlikten nasibini almış olmalı.” S- 110
“Yaşamında bir amaç bul ve ona göre yaşa derler. Ama bazen, ancak yaşayıp bitirdikten sonra yaşamının bir amacı olduğunu fark edersin, bu da genellikle hiç aklında olmayan bir amaçtır.” S- 128
“güzellik gelişigüzel, düşüncesizce dağıtılmış, hakkıyla kazanılmamış, muazzam bir armağandır.” S- 330
“Kültür bir evse, dil de ön kapının ve içerideki bütün odaların anahtarıdır.” S- 365
“Oysa zaman cazibe gibi. Asla senin sandığın kadarına sahip değilsindir.” S-386
Arka kapaktan;
Ve Dağlar Yankılandı, bizi biz yapan değerler üzerine düşündüren, ustalıkla yazıldığını her bölümde yeniden kanıtlayan, büyüleyici bir roman.

16 Eylül 2013 Pazartesi

Beyoğlu Rapsodisi - Ahmet Ümit



İlk defa Ahmet Ümit okudum ve polisiye çok sevmememe rağmen hiç sıkılmadan ve heyecanla okuduğum bir roman olduğunu saygıyla kabul etmek durumundayım. Beyoğlu Rapsodisi, Beyoğlu’ndan doğmuş ve orada büyümüş üç arkadaşın hikayesini anlatıyor. Bu arkadaşlardan birisinin fotoğraf sergisi açmak için planladığı çalışmalar, üç arkadaş ve sanat yönetmenleri olan Rus kadın Katya’yı bambaşka maceralara sürüklüyor. Fotoğraf sergisinin açılması heyecanı yerini cinayet araştırmasına dönüşüyor.
Ahmet Ümit, Beyoğlu’nun arka sokakları, yaşayışını, binalarını ve tarihini öyle güzel anlatmış ki, okurken aldığım notlarla birlikte, bir gün sırf bu kitabın geçtiği yerlerde dolaşmak istiyorum. Bana Beyoğlu’na farklı bir gözle bakmayı öğretti.
Şaşırtıcı bir son ile biten kitabı kesinlikle tavsiye ediyorum.
Altını çizdiklerim;
“İnancımız yoksa düş kuramıyorsak, yaşam büyüsünü yitirmiş demektir.” S-127
“Çünkü aşk, belirsizliği severdi.” S- 251
“Bir insanı sevmek, onu, zayıflıkları, zaafları, yanlışlarıyla birlikte kabul etmek demekti.” S- 263
“İnanmak insanı mutlu eder.” S- 449
“Hayatta güçlü olacaksın, gerçek yasa güçtür. Adil olmanın, haklı olmanın, ahlaklı olmanın, merhametli olmanın hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Kötüye kullanılsa bile, insanların önünde eğildiği tek değer güçtür.” S- 548
Arka kapaktan;
Üç arkadaşın öyküsü bu. Beyoğlu’nda büyümüş, Beyoğlu’nda yaşayan üç ayrı kişilik, üç ayrı kimlik, üç ayrı insan. Ölümsüzlük merakıyla başlayan ölümler. Her cinayetin ardında gizemli bir neden..

12 Eylül 2013 Perşembe

Aylak Adam - Yusuf Atılgan


Yusuf Atılgan’ın daha önce Anayurt Oteli isimli romanını okumuş ve çok beğenmiştim. Aylak Adam’ın da ondan farkı yoktu, yine detayların arasında keyifle kayboldum ve okurken çok eğlendim. Kitabın ana karakteri “C”’nin yaşamının bir yılını anlatıyor bize Aylak Adam. “C” çalışmıyor ve babasından kalan yerlerden kira toplayarak geçiniyor. Kendisi zengin değil “paralı”. Normal insanlar gibi düşünüyor “C”. Onun aradığı başka bir şey, gerçek aşk, sevgi. Bir yıl içinde hayatına iki kadın giriyor. Birisi üniversite öğrencisi Güler ve diğeri de ressam olan Ayşe, ama “C” gerçek aşkını aramaya devam ediyor...
Kitapta en çok yazarın anlattığı olayları, bir kere daha birlikte olduğu kadınların ağzından yazılan mektuplarda okuduğumda eğlendim. Kadın ve erkek dünyasının, hislerinin ne kadar farklı olduğunu gösteren notlardı bunlar.
Altını çizdiklerim;
“Birlikte gülündü mü insan rahatlıyordu.” S- 71
“Sevmek! Kelimelere herkes kendine göre bir anlam veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?” S- 72
“insanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. Olmak istedikleri, olamadıkları “kişi”yi anlatırlar.” S- 124
“İnsanlar haksızken daha çok bağırırlar.” S- 132
“iki insan ayrıldıkları zaman birbirlerinde bir şeyler bırakıyorlardı.” S- 138
Arka Kapaktan;
Her şeye “karşı” duran, “karşı” çıkan, “karşı” olan bir adam… Aylak Adam… Bir adı bile yok. “C” diyor Yusuf Atılgan kısaca.
Zor bir karakter, zor bir yaşam, yalın bir roman.

10 Eylül 2013 Salı

Korkma Ben Varım - Murat Menteş


Daha önce de Ruhi Mücerret ve Dublörün Dilemması’nı okumuş ve bayılmıştım. Murat Menteş’in karakter isimlerini yaratmada ve kurgudaki ustalığını çok seviyorum. Bu sefer ki romanda kahramanımız Hayati Tehlike ve Müntekim Gıcırbey aynı kadına “Şebnem Şibumi”’ye âşık ve ortada bir katliam var.
Gönül İşleri Bakanlığı’nda çalışan ve katliama kurban giden din adamlarının katili de aranıyor bir yandan. Kitap Menteş’in genel tarzı gibi, bölümlerden oluşuyor. Hangi bölümde kimin ağzından hikâyenin anlatıldığını karıştırıyorsunuz çünkü kahramanlar karakter olarak birbirine benziyor, bir zaman sonra konu tek bir ağızdan anlatılıyormuş gibi algılıyorsunuz. Konu karışık gibi görünse de bir zaman sonra hikâyenin içinde akıp gidiyorsunuz.
Özellikle, Alper Canıgüz’ün romanı GizliAjans’a göz kırpması, Afili Filintalar’dan bahsetmesiyle gülümsetti.  
Kitapta beni en çok etkileyen yer Müntekim’in Şebnem’e yazdığı mektuplardır, aşk bu kadar güzel anlatılabilirdi.
“Seni unutma fikri bile, sana kavuşma umuduna bağlanıyor içimde.
senden kaçış varsa bile kurtuluş yok Şebnem.
artık, su olsam sana doğru akarım, uçak olsam sana doğru uçarım, erik olsam sana doğru yuvarlanırım.
bizi ancak aynı banyoda yıkanmak paklar şebnem.
yüreğin derinliklerinden yükselen sesler, kulakta sapıkça bir şey gibi tınlıyor farkındayım.
öpüyorum göz kapaklarını, diz kapaklarını, kalp kapakçıklarını."

Kitapta altı çizilebilecek o kadar çok cümle vardı ki, sadece bir kaçını buraya alıntı yapabiliyorum.

“Aşk insanın sadece psikolojisini ve kimyasını değil; tarihini, müziğini, coğrafyasını, edebiyatını, fiziğini, beslenme çantasının içindekileri, hayat bilgisini de değiştiriyor.” S- 13

“Bir insanın yanında gözyaşı döküyorsanız, ona sözlü ya da yazılı bir açıklamada bulunmanız gerekir.” S- 58

“Güçlülerde içtenlik aramayın.” S- 72

“Edebiyat bilmeyen, soru soramaz, cevap bulamaz, problem çözemez.” S- 94

“Onunla tanışana kadar hayatım, dantelsiz gecelik, sossuz makarna, golsüz maç gibiydi.” S- 205

“Beklemek, romantizmin cenaze törenidir.” S- 268

“Aşık olunca hayatın anlamına yaklaştığımızı zannederek mantığın sınırlarından dışarı çıkarız. Mantıksız kafa, mesnetsiz umutlarla dolup taşar.” S- 277

“Dostluğa rekabet ve imha; aşka kurallar ve prosedürler eşlik ediyor.” S- 299

Murat Menteş’in çok farklı kesimlerden okuyucusu var ve böyle geniş bir okuyucu kitlesine sahip olacak romanlar yazabilmek bence zordur. Okuduğum üçüncü Menteş romanı ve hepsinden de ayrı keyif aldım.

5 Eylül 2013 Perşembe

Frida Kahlo- Aşk ve Acı- Rauda Jamis



Biyografi okumayı seviyorum, hele ki dünyaca ünlü insanların neler yaşayarak bugünlere geldiklerini, yaşadıkları zamandaki siyasal, sağlık vs. sorunlarına rağmen nasıl dimdik ayakta ve güçlü olabildiklerini gördüğümde heyecanlanıyorum.
Şüphesiz ki bu bahsettiğim güç ve dimdik ayakta duran örneklerden birisi de Meksikalı ressam Frida Kahlo’dur. Hayatının baharındayken geçirdiği menenjit hastalığından kurtulmasının ertesinde yine genç yaşlarda tren kazası geçirmesi ne kadar talihsiz olduğunun açık bir göstergesi değil mi?
Yaşadığı bunca sıkıntıyı, ömrünün neredeyse yarısını yatalak olarak sırt ve bacak ağrıları ile kıvranarak geçiren Frida’nın aşkı ve acıyı aynı anda yaşaması ve o birbirinden güzel tabloları ortaya çıkarabilmesi… Eşi Diego ve diğer âşıkları ile yaşadıkları, mektupları…
Özellikle mektuplarını okurken çok duygulandım ve biyografi seviyorsanız kesinlikle tavsiye edebileceğim bir kitaptı.
Altını çizdiklerim;
“Umutsuz düşler insanı öldürür.” S- 4
“İlerleme, diyaloğun engellenmesiyle sağlanamaz.” S- 52
“Eğer aşk her şeyi kapsıyorsa, çelişkileri ve taşkınlıkları, aşırılıkları ve söylenemeyenleri, evet, o zaman buna aşk diyebiliriz” S- 150
“Delilik o denli uzak değil. Delilik bir adım ötede. Delilik, acının tümel olduğu, yaşamın her parçasına çarptığı, ışığı boğduğu, her hareketi düğümlediği, her tür kurtulma çabasını yerle bir ettiği, her hava kabarcığını yutmaya çalıştığı, güçleri parçalamaya sebat ettiği bu yere dokunuyor ya da kapsıyor.” S- 169
“İnsanda şiddet arzusunu yaratan içki kadar kötüsü yoktur.” S- 218
“Siyasette de yaşamda olduğu gibi kırgınlıkların ve kopmaların önüne geçmek imkânsız.” S- 224
“İnsanın ifade edemediği şeyin gücü patlayıcı, hasar verici, kendi kendini yıkıcı bir güçtür. İfade etmek, kurtulmanın başlangıcıdır.” S- 262
Arka Kapaktan;
Gecelerim, çarpan kocaman bir yürek gibi. Gecelerim aysız; pencereden süzülen gri ışığa gözünü kırpmadan bakıyor. Gecelerim ağlıyor, yastığım nemli ve soğuk. Gecelerim beni yokluğuna itiyor; seni arıyorum. Neredesin? Bedenim, şu sakat külçe, senin sıcaklığında bir an kendini unutmak istiyor…


3 Eylül 2013 Salı

Kahperengi - Hande Altaylı



İzlemeye devam ettiğimiz “Merhamet” isimli diziden bu kadar farklı bir kitap okuyacağımı hiç tahmin etmemiştim. Evet, hikâye ana hatları ile aynı ama dizide gereksiz bir kalabalıklaştırma var. Hâlbuki kitaba bağımlı kalınsa ve Narin’in yaşadıkları, hisleri izleyiciye daha çok aktarılmaya çalışılsa belki daha güzel olabilir. Yine kitap bir filmin, bir dizinin önüne geçti benim gözümde. Okuduklarımızdan aldığımız keyfi başka hiçbir şeyde alamıyoruz. Tavsiyem, nasılsa dizisi çekiliyor diye kitabını okumamazlık etmemeniz…
Altını çizdiklerim;
“Hayat, doğrularla yanlışlar arasında bir sarkaç gibi sallanıp dururken, insanlar da onunla birlikte bir o yana bir bu yana savrulur.” S- 233
“Bazı sevişmeler insanları yakınlaştırırken bazıları uzaklaştırıyordu ve iki insan birbirine sırtını döndüğünde aralarındaki mesafe dünyanın çevresine eşit oluyordu.” S- 248
“Bir insana yüzde yüz güvenmekle yüzde doksan dokuz güvenmek arasında dağlar kadar fark vardı. Çünkü eksilen yüzde birin nereden eksildiğini bilemezdin ve dünyanın bütün kazıkları o küçük “bir”in içine saklanabilirdi.” S- 257
“Görmek için ölüyordu, Ölmemek için görmüyordu.”  S- 263
Arka kapaktan;
Küçük bir Anadolu kasabasından İstanbul’un ışıklı gecelerine uzanan bir yolculuğun hikâyesi. Sevginin değil mecburiyetin birlikte tuttuğu bir ailede büyüyen Narin ilk kez aşık olduğunda yolların nihayet daha büyük yollara bağlandığını, o büyük yolların da başka şehirlere, ülkelere kavuştuğunu anlar.

2 Eylül 2013 Pazartesi

Bir Psikiyatristin Gizli Defteri - Gary Small- Gigi Vorgan



Psikiyatriye meraklı olanlar için kaçırılmaması gereken bir kitaptı. İnsanların başına neler geldiği ve özellikle aklımızın vücudumuzu nasıl yönettiğini gerçek olaylar ile anlatılması çok ilginçti. Birçok psikiyatri teriminin de yazar tarafından açıklanmış olması kitabı okumayı kolaylaştırıyordu. Birbirinden ilginç hikâyelerin içinde en çok dikkatimi çeken “beyin sisi” ve “bebek aşkı” hikâyelerindeki sorunları yaşayan hastaların yaşadıkları idi. Okurken akıl sağlığı şimdilik yerinde olan birisi olarak ne kadar şanslı olduğumu düşündüm…
Arka Kapaktan;
Bir psikiyatristin gizli defteri doktorun en şaşırtıcı vakalarının etkileyici kayıtlarından oluşuyor. Bir kitap bir psikiyatristin zihnine ve onun giderek gelişen mesleki yaşamına yapılan aydınlatıcı bir yolculuk. Kitabı okurken kendinizi bizi insan yapan şaşırtıcı tuhaflıklar üzerine düşünürken bulacaksınız.