30 Mayıs 2014 Cuma

Herkes Herkesle Dostmuş Gibi - Barış Bıçakçı

 


Bu sene bütün kitaplarını bitirmeyi hedeflediğim yazarlardan birisi Barış Bıçakçı. Okuduklarımın arasında en çok Bizim Büyük Çaresizliğimiz ve bu kitabı sevdim. Belli bir konu yok gibi ama genel bir bütünlüğü olan bu kitapta, Ankara’yı çok bilmesem de sanki elime bu kitabı almışım sokakta yürüyorum ve yanımdan gelip geçen herkesin içsesini duyabiliyormuşum gibi hissettim. Okuduğum güzel kitaplardan birisiydi. Kişiler hep bir şekilde birbirlerinin yakınlarından geçiyorlar ve yeni bir hikâyeye başlıyorlar, o bitince birden başka birisi anlatmaya başlıyor. Aslında her paragrafından bir öykü çıkarmış diye düşünüyorum. Özetle çok sevdim…

Altını çizdiklerim;

“Yere çakılana kadar kanatlarımın olduğuna inanacağım” S- 30

“Kucağınızda tutarken çocuklarınızı, kucağınızda tutuyordunuz bütün umutlarınızı.” S- 37

“Hayat ne tuhaf! Bazı çatlakların içine insan davranışları sızıyor ve orada birikiyor. Sonra da kötü kokular yükseliyor hayatın çatlak yerlerinden, zayıf yerlerinden.” S- 47

“Bir halt var sanki geçmişte. Düşünme geçmişi, zaten bunun için kısa geliyor insana ömür, düşündüğü için.” S- 50

“Konuşmak kimi zaman sevişmekten beter eder insanı.” S- 78

Arka Kapaktan;

Tuhaf bir oyun oynuyor sanki insanlar. Birinin öyküsü sürüp giderken, bir hayat devam ederken, yanından geçen, oralarda bir yerde gezen bir başkasına, 'öteki' hayatlara ilişiyor gözümüz, gönlümüz. En derin, en gizli, hem de en sıradan öyküler bunlar. ...

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Güneşi Uyandıralım - Jose Mauro De Vasconcelos


Sanırım bizim yaşlarımızda olup da Şeker Portakalı’nı okumayan kalmamış, hepimizi küçük Zeze’nin hikâyesinden ve acılarından bir o kadar etkilenmişizdir. İşte bu romanda ise Zeze büyümüş, artık genç bir adam olma yolunda ilerliyor. Ama özlemleri hiç bitmiyor. Onu evlatlık alan ailede mutlu değil, kendisine sıcak davranacak bir baba hasreti var ve bunu dindirmenin bir yolunu buluyor. Sinemada izlediği bir film artistini hayali arkadaşı yapıyor kendisine. Ona babası gibi davranıyor, ayrıca ona istediği cesareti ve aklı veren bir de kurbağası var bu sefer kalbine oturan.
 Vasoncelos bu romanında Zeze’yi daha güçlü yazmış, daha başına buyruk ama bir o kadar da ilgi ve sevgiye muhtaç, kırılgan. Yine çok güzel yazılmış bir romanla baş başa kaldım diyebilirim. Bundan sonra Zeze’nin genç bir adam olduğu Delifişek romanı sırada.
Altını çizdiklerim;
“Acı korkunç bir şeydi! Neden bir anda gelmiyordu, neden büyük bir acı, geldiği gibi hemen geçmiyordu?” S-121
“Unutmakla bağışlamak arasında ne fark var?
  Bağışlarken kişi her şeyi unutuyor. Ama yalnızca unutmakla, pek çok kez insan yeniden anımsamaya başlıyor.” S- 126
“Güçten düştüğümü sezersen, beni uyarmayı düşün ve ‘Güneşi Uyandıralım’ de” S-171
“Sevgiden söz etmek neden? Sevgi, pek az tanıdığım bir şey” S- 246
Kimse insanların acıya katlanma gücünü bilemez. Tek bilen kendi yüreğimizdir. Ve neye yarar?” S- 272
Arka Kapaktan;
Şeker Portakalı"nın sevimli, küçük kahramanı "Zeze", işte yine karşınızda. Gözlerinin içi yine ışıl, ışıl, yüreği yine sevgi dolu. Ama hüzünleri, biraz daha büyümüş bir çocuğun hüzünleri. Küçüklüğündeki küçük "Şeker Portakalı" yok, ama bu kez de yüreğinde sevgili kurbağa'sı var. Ama "Zeze", yeni babasının iyi niyetine karşılık vermiyor. Evdeki biricik dostu, aşçı "Dadada".

21 Mayıs 2014 Çarşamba

İntihar - Édouard Levé




Twitter ve Instagram hesaplarında takip ettiğim kişilerin okudukları kitaplara ve yorumlarına mutlaka bakarım. Geçenlerde bu kitap ile ilgili paylaşımları görmüş ve okunacaklar listeme not almıştım. Okuduğum en değişik kitaplardan birisiydi, aslında daha çok uzun bir intihar mektubu gibiydi. Toplumsal değerleri boş veren bir adamın intiharından sonra arkadaşının kaleminden onun hayatını anlatan yazılardan oluşan bu roman/anı/mektup –ne demek isterseniz- gerçekten etkileyiciydi.

Romanın ilginç olan kısmı ise yazarın bu romanı yazdıktan sonra romanda anlattığı arkadaşı ile aynı yöntemi kullanarak intihar etmiş olması aslında anlattığı kişinin hayali bir roman kahramanı değil kendisi olduğunu düşündürdü bana. Bu sebepten dolayı bu kitap benim gözümde çevresindekilere bıraktığı uzun bir intihar mektubudur.

Bazı kitaplarda altını çizecek o kadar çok cümle oluyor ki, bu cümleleri nasıl bütünlüklerinden ayırıp neresini paylaşacağımı şaşırıyorum. Bu kitaptaki cümleleri baştan sona çizebilir, kenara not alabilirsiniz.

Ben en sonda yazarın yazıp çekmeceye bıraktığı üçlüklerden en etkilendiklerimi paylaşmak isterim.

“Egemen olmak beni bunaltır

Çekmek beni köleleştirir

Yalnız olmak beni özgürleştirir…”

 

“Yetenek beni hayran eder

Ustalık bana yalan söyler

Deha beni aydınlatır…”

 

“Bilmek beni büyütür

Bilmemek bana zarar verir

Unutmak beni özgürleştirir…”

 

“Mutluluk önümde gider

Üzüntü beni izler

Ölüm beni bekler….”

 

Arka Kapaktan;

 
Édouard Levé, yirmi yıl önce intihar etmiş, belki hayali belki de gerçek çocukluk arkadaşına uzun bir mektup niteliğindeki İntihar ‘da, hayatı reddeden kahramanının gerçekçi bir portresini sunuyor. Yetenekleri, arzuları ve duyarlılıklarıyla yazıya taşıdığı kahramanının intihar etmeye karar verip bu eylemi gerçekleştirmesini tüm aşamaları ve en ince ayrıntılarıyla anlatıyor. Kitabı tamamlayıp yayıncısına teslim ettikten sadece on gün sonra ise kendi hayatına tıpkı arkadaşının yaptığı gibi intihar ederek son veriyor.

 Kısa ömrü boyunca kurmacayla gerçeği birbirinden ayırmayan Levé, hayatına nasıl son vereceğini hem bir roman, hem de bir anı kitabı özelliği taşıyan İntihar ‘da anlatıp sonra uygulamasıyla dünya edebiyatının sonsuza dek genç kalacak, kült yazarlarından biri olmuştur.

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Suçlu Öyküler - Kollektif


 
Okuyan Us yayınevinin bir dizisine başladım. Ünlü yazarların kısa öykülerinden oluşan kitap dizisinde başlangıç kitabı olarak Suçlu Öyküler’i seçtim. Dizinin diğer kitapları da okuma listemde yerini aldı. Diğerlerini de okudukça yorumlayacağım, isimleri ise şu şekilde; Aşık Öyküler, Deli Öyküler, Cinsel Öyküler, Gelecek Öyküler, Absürd Öyküler.

Suçlu Öyküler aşağıda isimlerini yazdığım 13 değerli yazarın bir araya getirilen öykülerinden oluşan bir kitaptı. Ahmet Ümit, Akın Sevinç, Akif Pirinççi, Elif Şafak,  Esmahan Akyol, Giovanni Scognamillo, Hüseyin Peker, Mehmet Ünver, Müge İplikçi, Nalan Barbarosoğlu, Rıza Kıraç, Türkay Demir ve Türker Erşen. Bu kitapta birbirinden suçlu insanlar ve birbirinden masum mağdurlar bulunmaktaydı ancak beni en çok etkileyenler çocuk dili ile anlatılmış ya da geçmişte çeşitli tacizlere maruz kalmış insanların öyküleriydi.
Öykülerin hepsi sizi başka bir yere götürecek olan bu kitabı ciddi anlamda tavsiye ediyorum.

Altını çizdiklerim;

“Çünkü mutluluk ile mutsuzluk arasından sadece sıkıntı vardır.” S- 33

“Oysa insan bir kabahat işlemişse, buna şahit olanlarla aynı yerde barınamaz artık. Göz göze gelemez şahitler ile kabahatliler. Kendileri unutmak istese bile olanları, birbirlerinin gözlerinde tazelenir hafızaları.” S- 77

“Şahitler varsa iş değişir. Çünkü onların her bakışı bir itham, varlıkları unutmaya engeldir.” S- 84

“Çocukluğun arka bahçesi vişne ekşisi tadındadır. Tadına bakanın dişleri kamaşır.” S- 84

“Dikiz aynasından gördüğünüz dünya gibi bir de yüzünüzü görseniz…” S- 142

Arka Kapaktan;

13 yazar en gizemli, bastırılmış arzu ve hazlarını dürtükleyip içlerindeki suç şeytanlarını uyandırdılar. Acaba 13 suçlu öykünün bulunduğu bu kitabın sınırlarıyla daha ne kadar yetinecekler?

Birbirinden "suçlu öyküler" de bu sınırdışı hareketiyle suç tarihindeki yerini usulca alırken, 13 tanık sandalyesi 13 sanık sandalyesiyle yer değiştiriyor.

Gerçek yargı gününe daha çok karanlık ve ıssız gece var.

9 Mayıs 2014 Cuma

Asma Pansiyon - Işıl Şenol




 
Işıl Şenol’un ilk romanı Asma Pansiyon, özellikle bir yazarın ilk romanını okurken heyecanlanırım. Bu roman da heyecanlandırdı beni. Ayrıca kapağına da bayıldığımı iletmek isterim. Romanın kurgusu güzeldi. Anne ve babası arasında sorunları olan Defne’nin erkek arkadaşından da bir darbe yemesi sonucu Bozcaada’da bulunan ve Madam Yenola tarafından işletilen Asma Pansiyon’da kendisini bulmasını anlatan bir hikâyeydi. Pansiyonda sürekli yaşayan, hayattan kısa süreli kaçamaklar yapan insanlardan ve pansiyon sahibi Madam Yenola’nın gizemli hikâyesinden bahseden kitabı sevdim. Ancak bazı noktalar beni biraz sıktı, çünkü hikâyelerin birçoğu farklı insanlar tarafından aynı şekilde yazılmıştı. Mesela Madam Yenola’nın hikâyesi dört farklı kişiden ve hep benzer kelimeler ile anlatılmaktaydı. Sonları ise biraz klişe olmuştu diyebilirim. Bu kitabın sizi yormayacak tam bir tatil kitabı olduğunu düşünüyorum.

Altını çizdiklerim;

“Böyledir ama, insan, bazen istese de umudunu kaybedemez, kızsa da birden kopamazdı alıştığı şeylerden.” S- 41

“İnsan bazen bulunduğu ana gömülür, neler yaşadığını unuturdu.” S- 88

 Arka Kapaktan;

"Madam Yenola çiçekleri suladığı bakır tası nasıl yere düşürdüğünü, kapıya nasıl tutunduğunu fark etmedi. Tası yerden alıp "İyi misiniz?" diye soran kıza kibarca başını sallayıp odasına attı kendini. Yatağına uzandı,titreyen ellerini göğsünün üstünde birleştirdi.İçindeki yüksek ses "Biliyordum!" dedikçe onu susturmaya çalıştı. Aklından, kalbinden öyle çok şey geçiyordu ki vücudu taş kesilmişti. Mayıs ayının Bozcaadayı iyice ısıttığı günlerde, bağ bozumu yaklaşırken, öylece kaldı yattığı yerde. "İnsan ümidini kesince beklemeyi bıraktığı her şey gelir düşer kollarına" diyen dayısı, yine haklı çıkmıştı."

5 Mayıs 2014 Pazartesi

O Anda - Melike İnci


Melike İnci’nin bu ilk romanı, ben de çıkar çıkmaz okuyanlardan birisi oldum sanırım. İyi ki de okumuşum diyebileceğim kitaplardan birisi oldu çünkü. Yasemin ve Murat karakterlerinin etrafındaki diğer kişilerle birlikte iç içe geçen hayatlar, geçmiş hayatlar öyle güzel kurgulanmıştı ki okurken elimden bırakamadım. Özellikle iki kişi arasındaki ilgi, aşk, tutku, kararsızlık, kaybetme korkusu ve daha nice duygu öyle güzel anlatılmış ki, okurken kalbimin deli gibi çarptığı sayfalar oldu. Kitabın içinde ayrı bir kitaptan bahsedilmesi de çok hoştu. Ben aslında her yazarın yazdıklarıyla bizlere ya da etraflarına kendini anlatma çabalarında olduklarını sadece hayal ürünü şeyler yazmadıklarını düşünmüşümdür. Bu tezim doğrulandı sanırım.  Çünkü Yasemin’de yazdığı romanda Oya karakteri ile Bora’ya yani eşi Murat’a mesaj vermeye çalışıyordu.

Melike İnci’nin olayları sadece kadın gözüyle anlatmamasını erkeklerin  duygularını da çok ince bir şekilde anlatmasına bayıldım. Kısacası bu kitap bir kız kitabı, sadece bir aşk romanı değil… Çok daha farklı, çok daha derin… Ve eminim karakterlerin hissettiklerinde ve düşüncelerinde herkes kendinden bir şeyler bulacaktır.  

Arka Kapaktan;

Bir süre konuşmadan kutuya baktılar. Yasemin aynı Murat gibiydi. Şimdi karşısında oturan Murat olsaydı, aynı şekilde, kutu açılsın mı açılmasın mı, diye saatlerce beklerdi. Selim Yaseminin onayını beklemekten sıkıldı. Kutunun içinde ne olduğunu çok uzun zaman merak etmişti. Pandoranın Kutusu değildi ki bu. Zübeyde Anneden bir kötülük gelmezdi ki.

Selim tam anahtarı eline aldığında, Yasemin elini tutup, "İçimde nedense kötü bir his var," dedi. Nasıl iyi bir his olabilirdi ki? Kocası gitmişti. Romanını bitiremiyordu. Davetsiz bir misafir gelmişti. Selim anahtarı Yaseminin eline bıraktı. Kadehleri doldurup, birini Yasemine uzattı.

"Seni hiçbir şeye zorlamayacağım."

Zübeyde Hanımın eve sakladığı sedef kakmalı kutunun yıllar sonra ortaya çıkmasıyla geçmiş ve bugünün yeniden şekillenmesine hazırlar mıydı?

İlişkilere, aşka, dostluklara, sınırlara, tabulara, ileri atılmalara, geri çekilmelere, dürüstlüğe, ihanete ve en önemlisi kadına dair bir roman.