29 Temmuz 2013 Pazartesi

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu - Peyami Safa



On beş yaşında dizindeki ciddi bir hastalıktan dolayı zor zamanlar geçiren bir çocuk. Ziyaret ettiği bir köşk ve Paşa’nın kızı Nüzhet’e olan aşkının anlatıldığı bir romandı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu. Nüzhet’in de hasta çocuğa karşı ilgisi var fakat bir yandan da şartlarından dolayı taliplisi Doktor Ragıp Bey’i de düşünüyor. Bu ikilemler arasında giden hayatlar. Hasta çocuğun ameliyat öncesi hastaneye gelmesi ve burada hissettiği yalnızlık ve çaresizlik, özellikle odanın duvarlarının anlatıldığı satırlar çok etkiledi beni. Kısa ama etkili bir kitaptı. Ve gerçekten kitapta da geçtiği gibi “büyük hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler.”
Altını çizdiklerim;

“Kendimi çok sevdiğim an, kendime çok acıdığım an. Beni yalnız bu koruyor. Bu aşk, bu merhamet” S- 12
“Yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile.” S- 51

“Ne onda bu büyük mesafeyi atlamak ve ötekinin yanına varmak isteği, ne bende kuvveti var. Bu sessizlik içinde zaman aramızdan bir düşman gibi geçiyor.” S 76
Arka Kapaktan;
 
Peyami Safa’nın bu eseri, yalnız ve hasta bir çocuğun ıstırabını, çocukça aşkını ve kıskançlığını, mesut olmak isteyen bir genç kızın temiz sevgisini; inanmak arzusu bütün benliğini saran bir insanın kuruntularını ve çıplak hastane duvarları gerisindeki hıçkırıklarını anlatır.

 

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Gizliajans - Alper Canıgüz


Yine birbirinden ilginç karakter ve kurguyla bezenmiş bir Alper Canıgüz romanı okudum. Metin yazarı Musa kendisine gelen bir telefon ile GizliAjans adında bir reklam şirketinde çalışmaya başlar GizliAjans’ın patronu bir kedidir ve kedinin adı Şeytan Bey’dir. Musa burada bir kadına âşık olur.. Romanın belki de en keyifli sayfaları Musa’nın Sanem’i gördüğü anda içinden geçenlerdi. Roman başından sonuna kadar bir sürü ilginç karakterle (Telsa, Prens Charles, Kaan Sezyum gibi) ve hatta uzaylılara bile bağlanarak bir saç örgüsü gibi ilerliyor. Ayrıca içinde Murat Menteş’in ilk kitabına da atıfta bulunduğu bir cümle var. “Korkma Ben Varım!”
Okunması çok keyifli, sizi içine çekebilecek bir roman. Kesinlikle tavsiye ederim.
Altını çizdiklerim;
“Bazı aşklar vardı, içinde kahkahaların çınlamasından ziyade gözyaşlarının çağlaması daha uygun düşer.” S- 42
“Karşınızdakinin bilmesi gerektiğini düşündüğünüz bir konudan ona söz etmemek, yalan değilse bile kuşkusuz yalana giden ilk adımdı.” S- 55
“Sevenler birbirlerine yara izlerini gösterirler. İlk önce bunu yaparlar… Sana ruhumu açmadan önce bil ki incinebilirim demek için… Çünkü en çok sevdiklerin yaralar seni.” S- 106
“Aşk yaşanmakta olan bir şey değildir. Ancak bir hatıra olabilir. Aşk acısı zannettiğin şey, aşkın kendisidir.” S- 153
“Manası kalmayan hiçbir gelenek fazla uzun yaşayamaz.” S- 181
Arka Kapaktan;
Özgün üslubuyla, ilk kitabı Tatlı Rüyalar’dan itibaren geniş bir hayran kitlesi edinen Alper Canıgüz’den yine eğlenceli, heyecanlı ve kışkırtıcı bir absürd macera…

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Oğullar ve Rencide Ruhlar - Alper Canıgüz


5 yaşında bir çocuk düşünün… İsmi Alper Kamu, anaokuluna gitmekten nefret ediyor. Okumayı çözmüş olması bir yana en sevdiği yazarlar Oğuz Atay, Dostoyevski ve çerez niyetine Nietzsche. Büyümüş de küçülmüş deyimi onun için fazla hafif kalıyor. Bu akıllı olduğu kadar serseri ve baş belası olan ufaklık bir gün mahallesinde bir cinayete tanık oluyor ve kendi kendine bu cinayeti çözmek için araştırmalarına, delilleri toplamaya başlıyor. Alper Canıgüz yazarken zorlandı mı bilemem ama ben okurken çok eğlendim. Serinin devamı olan Cehennem Çiçeği isimli kitapta okunacaklarımın arasında yerini aldı bile.
 
Altını çizdiklerim;
“Neticede ahlak, herkese üç aşağı beş yukarı aynı şekilde davranabilmek değil midir?” S- 24
 
“Gerçek acı sessizdir. Bir huzurevi gibi.” S- 85
“Zaten insanlığa dair kavrayışımızı biraz daha ileri götürmeyecekse bir cinayeti çözmek neye yarar ki?” S- 87
“Adalet denen şey bir yalandan ibaretti. İnsanlar suç işledikleri için değil suç işlememesi gerektiği için cezalandırılıyordu. Sistem gaddarca bir caydırıcılık üstüne kurulmuştu.” S- 118
“Kafanızı ezmesini beklediğiniz biri sizi kucaklayıverirse onu kendinize dünyadaki herkesten daha yakın hissederseniz. Ayrıca insanın zihnindeki iyi/kötü kategorilerini altüst etmek beyin yıkamanın birinci koşuludur.” S- 120
Arka Kapaktan;
Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar.
Ben Alper Kamu, birkaç ay önce beş yaşıma bastım.
Alper Canıgüz, kıvrak ve sürükleyici diliyle, beş yaşındaki çocuğun içine düştüğü bir hikâyeyi anlatıyor. Yaşının avantajıyla her yere girip çıkan, hem filozof hem fırlama bir oğlan… Hikâyeyi ve karakteri çevreleyen semt hayatı ve mahalle atmosferi de, bizzat karakter katıyor anlatıda…
Polisiye, fantastik ve mizahi edebiyatın tatlarını ustaca kaynaştıran, olağanüstü özgün, çok iddialı bir kitap…
 

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Dönüşüm - Franz Kafka



Bir sabah yatağında bir böcek olarak uyanan Gregor Samsa’nın hikâyesi Dönüşüm. Babasının borçlarından dolayı satış pazarlama işinde çalışan ve ailesinde belki en çok sevdiği kız kardeşi Grete’yi konservatuara gönderme planları yapan Gregor’un böceğe dönüşmesi ile hayatlarının alt üst olmasını anlatıyordu. Grete ilk zamanlarda böcek olan Gregor’un tüm bakımını üstlense de -artık eve para getirmemesinden dolayı- bir dükkânda tezgâhtar olarak çalışmaya başlaması ile kardeşine duyduğu eski sevgisini kaybetmiştir. Önceleri güzel yemekler getirip, temizlik yaparken artık bunlardan vazgeçip keman çalmak ve konservatuara gitmek istemektedir. Annesinin ise onu ne kadar sevdiğini çok net bir şekilde anlatmamaktadır. Özetle Gregor öldüğünde tüm aile rahatlayacaktır.

Birçok köşe yazarının notunda Kafka’nın babasıyla hiç anlaşamadığı ve babasının kendisine böcek gibi davrandığı not etmiştir. Bu sebeple Dönüşüm bir nevi Kafka’nın babasıyla ilişkisini anlatmaktadır.

14 Temmuz 2013 Pazar

Çilek Kızlar - Joyce Maynard

 
Bir günde biten sürükleyici romanlardan birisiydi Çilek Kızlar. Konusunun o kadar ilginç olduğunu söyleyemeyeceğim çünkü kitabın içindeki gizem hakkındaki bilgiye arka kapağında okuyabiliyorsunuz. Bence o bilgiyi oraya yazmamak kitabı daha gizemli ve ilgi çekici yapabilirdi. Yine de anlatımları gayet başarılı bir roman okudum, yine film izler gibi... hastanedeki bir karışıklıktan dolayı hayatları değişen iki kızın hikayesi, bir Dana’nın bir Ruth’un dilinden anlatılması hoş olmuştu. Bu iki kızın hissettiklerini okumak çok eğlenceliydi. Özetle, sizi yormayacak ve tatile gittiğinizde okuyabileceğiniz keyifli bir roman olduğunu düşünüyorum.
Arka Kapaktan;
Aynı gün dünyaya gelen iki kız çocuğu birbirinden tamamen farklı iki ailede büyür, Hayalperest ve sanatçı ruhlu Ruth pragmatik bir çiftçi ailenin yanındayken, bitkilere ve hayvanlara meraklı Dana gezgin bir ailenin kızıdır. İki aile düzenli olarak birbirlerini ziyaret etmektedir.
Aşka sürgün iki kızın öyküsünde kader hangisini budayacak?

 

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Küçük Şeylerin Tanrısı - Arundhati Roy


 
Hindistan ve oradaki kast sistemi hakkında okunması ve sınıf ayrımının insanları ne kadar zor duruma soktuğunun detaylıca anlatıldığı bir romandı. İkiz çocukların yaşadıklarını değişik şekillerle anlatılması benim gibi olayların çocuk gözünden anlatılmasını sevenler için daha da keyifli hale sokmuştu romanı. İkiz çocuklara özellikle bayıldım, onların küçük hayal dünyalarına... Hikayenin başından itibaren bir aşk romanı okuyacağımı sandığım için zaman zaman sıkıldığım oldu, çünkü gerçek aşk hikayesine kitabın neredeyse sonlarında ulaşabildim.
 
Altı çizilecek çok güzel cümlelerin olduğu bu romanda özellikle tasvirler, kullanılan şiirsel dil ve bir önceki hikayelere bağlantılar beni büyüledi.

Altını çizdiklerim;

 
“Ölümün anısının, bazen çaldığı hayatın anısından çok daha uzun süre hatırlanması ne tuhaf” S- 30
 
“Cesur olun, kavgayı göze alın, zorluklara göğüs gerin ve aşama aşama ilerleyin. O zaman bütün dünya halka ait olacaktır. Her tür canavar yok edilecektir. Hakkınız olan şeyi istemelisiniz.” S- 150
 
“Hiçbir canavar, insan kininin sınırsız alabildiğine yaratıcı sanatını denememiştir. Hiçbir canavar, bu kinin derecesine ve gücüne ulaşamaz.” S- 284
 
“Devrim, bir yemekli toplantı değildir. Devrim bir isyandır, bir sınıfın bir başka sınıfı devirdiği bir şiddet eylemidir.” S- 331

 
Arka Kapaktan;
 
1960’lı yılların sonunda, Hindistan’ın güneyinde geçen bu hikayede, arka planda bağımsızlığını yeni kazanmış, siyasi çalkantılar içindeki ülkeyi, kast sisteminin ürkütücü baskısını ve toplumsal tabuları buluyoruz. Hindistan’da yayımlandığı zaman, geleneklere aykırı düştüğü için büyük tartışmalara yol açan Küçük Şeylerin Tanrısı, sayısız dile çevrilmiş unutulmaz bir roman.

5 Temmuz 2013 Cuma

Cimri - Moliere



Bu tip eserleri İş Bankası Kültür Yayınları Hasan Ali Yücel serisinde okumanın gerekliliğine inanıyorum. En önemlisi başında ve sonunda olayları geniş zamanlarla ele alınması, özsözünde belirtilen yazarın ve o sıradaki yaşamın şartları hikâyelere daha farklı gözle bakmamı sağlıyor.
Moliere’in Cimri isimli eserini gülerek okudum.  Bahçesinde gömülü altınları olan bir adamın ne kadar cimri olabileceğini hatta kendisinin bile bunları çalabileceğini düşünmesi cimriliğinin ne boyutta olduğunu gözler önüne seriyordu. İki çocuk sahibi olan Cimri Harpagon’un oğlunu ve kızını sırf para uğruna sevmedikleri insanlarla evlendirme çabası, zengin olmasından dolayı oğlunun sevdiği kadınla evlenmeye çalışması ve en sonunda bahçedeki altınların çalınmasının anlatıldığı olayları okurken çok eğlendim.
Altını çizdiklerim;
“İnsanları kazanmak için en iyi çare onların sevdiklerini sever görünmek, doğru dediklerine doğru demek, kusurlarını övmek, her yaptıklarını alkışlamak. Yalan söylediğin istediğin kadar belli olsun, suratından aksın, en zeki insanlar bile kanıveriyorlar dalkavukluğa.” S- 5-6
“Kimi kafaları kazanmak için dolambaçlı yollardan gideceksin. Diretmeye gelmez böylelerine; ifrit olur, kapanıverirler büsbütün. Doğruyu söylediniz mi şahlanır, aklı hiçe sayarlar her zaman. Sularına gidip onları dilediğin yana çekmekten başka çare yok.” S -25
“Zamanımızda dünya soylu soplu hırsızlarla dolu.” S- 98
Arka Kapaktan;
 
Moliere, eserlerindeki tiplemelerle dünya edebiyatında, Shakespeare’den sonra insan gerçekliğine belki de en derinlemesine nüfuz eden oyun yazarlarından. Kadınlar Mektebi’nden Kibarlık Budalası’na Cimri’den Hastalık Hastası’na bu oyunlar, sadece dönemin tutucu otoritelerini rahatsız etmekle kalmamış, tazeliklerini bugüne kadar korumuşlardır.

2 Temmuz 2013 Salı

Tatlı Rüyalar - Alper Canıgüz

 
Sanırım bu gidişle bütün Afili Filintalar ekibinin kitaplarını okuyup, filmlerini izleyeceğim. Bu grupta bulunan adamların yaptıkları işleri gerçekten beğeniyorum. Murat Menteş ve Onur Ünlü’den sonra sıra Alper Canıgüz’ün romanlarına geldi ve Tatlı Rüyalar ile başladım bu yazarı tanımaya. Kitabın içinde sayı olarak çok fazla ve bir o kadar da değişik karakterler vardı. Bazı yerlerinde neresinde rüyada neresinde gerçek hayatta olduğumu karıştırmaya başladım. İnce esprilerin ve doğru aforizmaların adamıymış Alper Canıgüz.
Kitabın başlangıç hikâyesi de ilginç, bir adamın hayatını satmak üzere gazeteye ilan vermesi ve Hector Berlioz’un bu adamla tanışarak planladığı işe katılmaya razı etmesiyle gelişen olaylar silsilesi. Bir profesörün öğrencileri ile rüyalar üzerine tartışmaları ve Şevket Hakan Tuncel ile yaptıkları tuhaf deneyin anlatıldığı bölümlere bayıldım.. Placebo etkisi yaratmak isteyen Profesörün bu etkinin gerçekten işe yaraması hususunda şaşkınlığı da çok keyifliydi. Özellikle kurgusu mükemmeldi.
Kitapta en sevdiğim ve komik bulduğum karakter ise Nalan’dı J Kapağında da yazdığı gibi, psiko-absürd, romantik, komedi tarzında yazılmış, eğlenceli bir roman okudum.
Yazarın diğer kitapları da kütüphanemdeki yerini aldı, en kısa zamanda okuyup sizlerle paylaşacağım.
Arka Kapaktan;
Alper Canıgüz, Tatlı Rüyalar’da gerçek, düş ve kurgu arasında usulca ve ustaca hareket ederek okura baş döndürücü bir hikaye anlatıyor. Bu zengin kadrolu saçma-komik macera, Beşiktaş Balık pazarı esnafından, saygın üniversite hocalarından, poturlu-sakallı medrese talebelerinden, gangsterlerden ve alter egolardan geçerek katarsis garantili elektro-psikanaliz yöntemine, P 330 paradigmasına, içinde üç milyon dolar olan bir çantaya ve daha nice fantazyaya açılıyor.
 

1 Temmuz 2013 Pazartesi

İçimizdeki Şeytan - Sabahattin Ali


2013 yılı hedeflerimden birisi de Sabahattin Ali’nin bütün romanlarını okumaktı. İçimizdeki Şeytan, daha önceden okuduğum “Kürk Mantolu Madonna” veya “Kuyucaklı Yusuf” kadar etkilemedi beni. Nedeni ise diğer iki kitaptaki karakterlerin daha güçlü kişiler olmasıydı zannediyorum. İçimizdeki Şeytan’da ana karakterler Ömer ve Macide’nin daha normal ve hatta fakirlikten beli bükülmüş ihtiyaç sahibi insanlar olması onlara olan acıma duygusunu, çaresizliklerini onlarla beraber hissetmemi sağladı. Ömer’in bazı huylarından vazgeçememesi ve bunların sorumluluğunu içindeki şeytana yüklemesi aslında hepimizin yaptığı şey değil mi diye düşündürdü beni. Kitapta beni en çok etkileyen sayfalar Ömer’in Macide’ye aşkını anlattığı satırlardaydı, ne kadar saf ve samimi anlatılmıştı. Diğerleri kadar değil ama yine de dili ve anlatımı çok güzel bir roman diyebilirim.
Altını çizdiklerim;
“Hayat bir değişmeler silsilesi ve her değişmenin bir tekâmül olduğunu anlamayanlar yobaz kafalı insanlardır.” S- 48
 
“Hiçbir insan seven bir insanın karşısında alakasız olamaz.” S- 81
 
Arka Kapaktan;
Bu romanda, toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın “kapana kısılmışlığını” gösteriyor Sabahattin Ali.
Aydın geçinenlerin karanlığına, “insanın içindeki şeytan” a keskin bir bakış.