27 Ocak 2016 Çarşamba

Mucize- R.J. Palacio



Gen problemi sebebiyle doğuştan yüzünde şekil olarak bozukluk olan bir çocuğun okula başlama serüvenini anlatan bir kitaptı Mucize. Engelli insanlara bakış açımızı sorgulayan, o engeliyle yaşamak durumunda olan insanların bizim bakışlarımızda, onlara davranışlarımızdan nasıl etkilendikleri üzerine kafa yormamızı sağlayan bir hikâyeydi August’un hikayesi.

Doğduğu günden bu yana yüzünden defalarca ameliyat olup, o zorluklar esnasında bile evde eğitimini tamamlayan sonrasında annesinin desteği ile ilk defa tek başına okula başlaması istenen August’un diğer arkadaşları ile yaşadıklarını anlatırken, olayları bir de ablası ve tanıştığı arkadaşlarının da gözünden anlatılan bir nevi günlük gibiydi. Kitap olarak çok basit bir dille yazılmış olmasına rağmen, alt metin olarak okuyucuyu düşünmeye sevk etmekteydi. Okudukça hep aklıma gelen videoyu da  bu yazının altında paylaşacağım. Engelli insanlara korkak, ürkek ya da yargılayıcı onlara farklı olduklarını hissettirecek gözlerle bakmak yerine belki alttaki videodaki gibi sadece gülümseyebilsek, onları sosyal yaşama kazandırmada daha etkili olabileceğiz.

Arka Kapaktan;

Merhaba, adım August. Size nasıl göründüğümü anlatmayacağım. Aklınıza ne geliyorsa muhtemelen ondan daha kötü görünüyorumdur.

August (Auggie) Pullman yüzünde fiziksel bir bozuklukla doğduğu için, normal bir okula gidemiyordu… şimdiye kadar. Yakında Beecher Ortaokulu'nda beşinci sınıfa başlayacak ve ömrünüzde bir kere bile "yeni çocuk" olduysanız, bunun ne kadar zorlu olduğunu tahmin edebilirsiniz. Dondurma yemek ve Xbox'ında oyun oynamak gibi sıradan şeyleri seven Auggie aslında sadece sıradışı yüzü olan, sıradan bir çocuk. Peki, yeni sınıf arkadaşlarını, görünüşünün ardında kendisinin de onlar gibi olduğuna ikna edebilecek mi?






14 Ocak 2016 Perşembe

Konstantiniyye Oteli - Zülfü Livaneli


Zülfü Livaneli’nin kalemini çok seviyorum, bu kitabını da sevdim ancak diğer kitapları kadar değil. İnanılmaz bir bilgi yüklemesi var okuyucuya, bu her ne kadar güzel olsa da, zaman zaman esas hikayeden koptuğumu hissettim. Ben okuyucuya sürekli bilgi yüklemesi yapan değil – Buket Uzuner ve Ahmet Ümit’de öyledir-  hikayesine kesintisiz devam eden romanları sanırım daha çok seviyorum.  Kitapta her kesim siyasete bir gönderme söz konusu, Livaneli bu konuda çok zekice ve yerinde kullanıyor kalemini.

İstanbul’da lüks bir otel açılışı ve bunu organize eden Zehra’nın hikayesi kitabın konusunu oluşturmakta. Bu davete gelen görgülü, görgüsüz, kibar, kaba, köylü, Avrupalı, politikacı, doktor, metres, avukat ve daha sayamayacağım her türden kişinin davetli listesinde olduğu bir açılış yemeği düşünün. Bu kişilerin hepsinin bir olayı var ve bunlar parti parti bize aktarılmakta, kurgu olarak muhteşem ama bunu es geçmek istemiyorum. Yine de Livaneli okuyacaksanız başka kitaplarından başlamanızı tavsiye ederim.

Altını çizdiklerim;

“Bu dünyada o kadar çok aşk sözü ediliyor ki, adının anlamını düşünmediğin gibi aşkın anlamını da düşünemiyorsun artık. Kapitalizmin mal satmak için kullandığı sözcüklerin başında aşk geliyor, aşktan kusacak hale geldik.”

“İnsanlara gülmek yakışır; bu yüzden objektife bakan herkes az ya da çok gülümser. Hiçbir hayvan gülmediği için belki de bu, insanların kendilerini yüceltmeleri anlamına geliyordur; gülmek bu yüzden seviliyordur.”

Arka Kapaktan;

2014 yılı Aralık ayının son günleri… Yedi yıldızlı Konstantiniyye Oteli'nin açılış günü ve erken bir yılbaşı kutlaması… İstanbul'un seçkin, kalburüstü simaları, Sultanahmet'teki eski Bizans sarayının kalıntıları üzerine yapılan otelde bir araya geliyor. Aralarında kimler yok ki? Politikacılar, belediye başkanları, Amerikan büyük elçisi, Fener Rum patriği, ünlü gazeteciler, gazete patronları, televizyon "yıldızlar"ı, eski ve yeni zenginler, büyük iş adamları…

İstanbul'un yüzlerce yıldır yeraltında yatan ölüleri de davete çağrılmadıkları halde arzı endam etmekte sakınca görmeyip bu cümbüşe dahil oluyorlar. Ve elbette, bir otelin olmazsa olmaz çalışanları, garsonları, komileri, güvenlik görevlileri…

Velhasıl Konstantiniyye Oteli, aslında binlerce yıllık koskoca bir şehir olarak çıkıyor karşımıza. Değişen, dönüşen, ama barındırdığı şiddet nedense aynı kalan bir şehir…


7 Ocak 2016 Perşembe

Örümcek Ağındaki Kız - David Lagercrantz


Geçen yıllarda okuduğum Millenium Serisinin 4. Kitabının çıktığını öğrendiğimde çok şaşırdım, çünkü bildiğim kadar ile Ejderha Dövmeli Kız ile başlayan serinin yazarı Stieg Larsson vefat etmişti. Bu kitap onun efsanesi devam ettirmek üzere yine bir İsveçli yazar tarafından kaleme alınmış. Bu detayı öğrendiğimde biraz canım sıkıldı çünkü taklit edilecekmiş gibi hissettim ancak sonuç hiçte umduğum gibi olmadı, yazar David Lagercrantz çok başarılı bir kitap çıkarmış ortaya. 

Wasp adı altında dünyaca ünlü olan bir bilgisayar hackerı Lisbeth Salander ve Millenium dergisinin sahibi araştırmacı gazeteci Mikael Blomkvist’in yolları yine bir cinayet ve araştırma dosyası üzerinde çalıştıkları esnada çakışır. Bu sefer hikâyede bir de savant olan bir otistik çocuk da var. August sorunlu bir çocuk ama bir dahi, sayılarla arası inanılmaz iyi, dehşet ötesinde resimler çizebiliyor ancak kimse ile konuşmuyor. Bu çocuğun bir cinayete tanıklık etmesi ile başlayan heyecanlı, tam bir film tadında bir roman. Serinin diğer kitaplarına nazaran biraz daha tekniğe girilmiş, matematik ve formüllerle dolu ancak bu okuyucu sıkmıyor. Ben en çok Blomkvist ve Salander’ın arasındaki güven ilişkisine bayılıyorum.

Altını çizdiklerim;

"Zekânın kendisi kestirilebilir bir şey değil. İnsan zekâsının bizi nereye götüreceğini bilemiyoruz. Süper zekânın ne yapacağını ise hiç kestiremeyiz."

"İktidar denilen şeyin, özellikle de denetimden uzak iktidarın insanı ahlaken çökerteceğini bizzat kendileri tecrübe etmişlerdi. En vicdansız, en rezil hacker saldırılarının, isyankarlar ya da yasa dışı hayat süren bireyler tarafından değil, halkı kontrol etmeye çalışan devasa devletler tarafından yapıldığını da çok iyi bilir ve bundan hiç hoşlanmazlardı."

Arka Kapaktan;

Halkı gözetleyenler, en sonunda halk tarafından gözetlenirler.

Lisbeth Salander, Amerikan Ulusal Güvenlik Dairesi NSA'in ağını hacklemiş ve çok önemli bazı bilgiler edinmiştir. Ejderha dövmeli kızın adaletsizliğe karşı duyduğu öfke hiç sönmeyecek bir alev gibidir, özellikle de o ateşi daha da harlayacak birtakım devlet sırlarını ele geçirdikten sonra.

Mikael Blomkvist, gecenin bir yarısı yapay zekâ konusunda uzman Profesör Balder'den gizemli bir telefon alır. Millennium'u içine düştüğü zor durumdan kurtaracak bir haberin kokusunu alan Mikael, profesörle görüşmeye gittiğinde örümceklerle dolu bir ağın içine düştüğünü fark eder. Ve işte böylece yıllar sonra 
Lisbeth'le yolları yeniden kesişir.

Korumak için öldürmeye hazır biri…

Gerçeklerin birbirine dolandığı bir ağ…

Ve avının peşini asla bırakmayacak bir örümcek.


Millennium serisi dördüncü kitabıyla bomba gibi geliyor. Örümcek ağına düşmeye hazır olun!