27 Şubat 2014 Perşembe

Merdivende Üç Şair - Orhan Tüleylioğlu


 
Merdivende üç şair, üç ermiş, üç insan. Dışarıda alçaklığın sınırlarında bir insan güruhu.” S- 206

 
2 Temmuz 1993 yılında Sivas Madımak Otel’de yaşananların konu alındığı ve bu katliamda hayatını kaybeden şair ve yazarları tanıyanların, onlarla aynı yerde bulunanların küçük yazılarının bir araya toplandığı bir kitaptı Merdivende Üç Şair. O gün yaşananları yaşım itibarı ile tam anlamıyla idrak edememiştim. Ama televizyonda gördüklerimden çok etkilendiğimi ve yanlış bir şeyler olduğunu hissettiğimi dün gibi hatırlıyorum. Daha sonrasında bu olaylarla ilgili yapılan belgeselleri izlemiş ve televizyonda gördüğümde hissettiklerimin yersiz olmadığını düşünmüştüm.

 
Bu kitap merdivende çekilen bir fotoğraftan yola çıkılarak yazılmış. Behçet Aysan, Metin Altıok ve Uğur Kaynar… Bu şairler ve onlar gibi yaklaşık 33 kişi bu katliamda hayatlarını ne yazık ki kaybettiler. Ellerindeki süpürge fırçası, sehpa ayağı ve yangın tüpü ile dışarıdaki 15 bin kişiye karşı kendini savunabileceğini düşünen naif insanların yakınlarının tanıdıklarının yazdıklarını okurken sanki oteldeki duman benim boğazımda kaldı… Nefes alamadım, tıkandım… Şairlerden ve aydın yazarlardan bahseden kitapta altı çizilecek o kadar çok cümle vardı ki…

 
“Unutmayalım; sürü hazırsa, çoban, padişah bile olur.

Onun için süpürge sapı imgesi umuttur.

Umut insandadır.

Yangını insan kılığındakiler çıkartır.

Ama döner insanlar söndürür.” S- 114

 

“Birisi elini başına koymuş, biri dizlerini tutmuş, diğeri parmaklarıyla oynuyor… Birinin elinde fırça, diğerinin önünde yangın söndürme tüpü…

Ölümü bekler bir halleri yok!

Oysa dışarıda yıkıcıları var…

Bir kırlangıcın kanadı gibi çarpıyor yürekleri…” S- 153

 
“Zamanın, insanlık suçunu aşabileceğine inanmıyoruz.” S- 191

 
Arka Kapaktan;

 
Otelin merdiveninde basamaklara oturmuş bekleyen üç şair: Metin Altıok, Behçet Aysan, Uğur Kaynar…

Otelin adı, yaylalarda açan çiçekti, Madımak'tı. Otelin içindekilerse ülkenin yazarları, şairleri, araştırmacıları, ozanları, karikatürcüleri, tiyatrocuları, semahçıları. Sekiz saat süren bekleyişin sonunda bir kibrit çakıldı. Otuz beş eli kolu bağlı insan alev alev can verdi.

Otelin etrafını saran güruhun protesto ettiği, halk edebiyatımızın büyük ozanlarından Pir Sultan Abdal için düzenlenen şenliklerdi.

 
Tarih: 2 Temmuz 1993. Gün: Cuma. Yer: Sivas'tı.

Katliamın sonunda merdivende oturan üç şair de yaşamını yitirdi.

Üç insan. Üç şair. Üç aydın kişi. Son kez yan yana gelmişlerdi. Sanki katliamın belleğimizden silinmeyecek fotoğrafını bizlere iletmek istercesine…

24 Şubat 2014 Pazartesi

Siyah Sardunyalar - Nilgün Şimşek


Son okuduğum kitapların içinde en keyif aldıklarımdan birisiydi Siyah Sardunyalar. Yazarı Nilgün Şimşek ile kitap fuarında tanışmıştım ve bana “mutlu sona eren masallar” dileyerek kitabını imzalamıştı. Kitabın konusunda masallar, aile, aşk, nefret, öfke, kıskançlık olduğunu bilmeden almıştım ve okudukça her sayfasında daha da derinlerde kaybolduğumu hissettim.
Nazlı’nın yaşadıklarının tuttuğu günlükler, notlar ve kendisine ayırdığı parantezlerle anlatılmış olması, bir insanın aşk ve yarım kalmışlık yüzünden nasıl da dibe vurabileceğini, içindeki ışığın nasıl söndüğünü üzülerek, boğazıma bir şeylerin takıldığını hissederek okudum.
Kitabın konusunu ve dilini çok beğendim. Nilgün Şimşek bir şiir gibi ince ince yazmış bu romanı. Bundan sonra ciddi anlamda yazdıklarını takip edeceğim sanırım.
Altını çizdiklerim;
“Çocuk olmak da zaten bilinen sonlara bile sevinebilmektir. Bazen nedenini sorgulamadan ısrarla sevinebilmektir.” S- 23
“Kaderine yol yazılmış olanları tutamazsınız. Kadere karşı gelip, gidemeyenlerse bedenleri boş, ruhları varamadıkları adreslerin yollarında kayıp yaşarlar sonsuza dek.” S- 25
“Her yeni güneş, dünün unutulması için doğar. İlk ışımanın gücü ardımızda bıraktıklarımızı silmek içindir.” S- 76
“Belki de insan uzak geçmişi olduğu gibi değil, olmasını istediği gibi hatırlıyordur.” S- 158
“İnsan ve hayat bir araya geldiğinde bütün güzel şeyler ölüyor.” S- 193
“Aşkın tarifi var mı? Yok.
Yok, çünkü bedenin ve kelimelerin sınırları var ne yazık ki!” S- 245
Arka Kapaktan;
Nilgün Şimşek o etkileyici hikâye kitabından sonra, şimdi de çok emek verildiği her haliyle belli olan bir romanla çıkıyor karşımıza. Burada insanın içine dokunan bir duygu tarihi nefes alıp veriyor. Sabırla işlenmiş bir dil, çarpıcı bir kurgu. İnsan ruhunun derinlikleri için... Daha ne isteyebiliriz?
Mario Levi

21 Şubat 2014 Cuma

Bukre - Kahraman Tazeoğlu



Okuduğum ilk Kahraman Tazeoğlu kitabıydı Bukre. Selim ve Bukre’nin arkadaşlığını çok sevdim. İnsanın hayatta böyle dostları olsa ne güzel olurdu diye düşünmeden edemedim. Bukre’nin hayatına giren Cem ve onunla yaşadıkları, Selim’le olan ilişkisi ve özellikle aşk, ayrılık üzerine hayatı sorgulamaları çok güzeldi.

Kitabın içinde Bukre’den sonra farklı öykülerin serpiştirilmesi ve son öyküde hepsinin bağlanması güzeldi. Altı çizilecek o kadar çok cümle vardı ki, bazen bu aforizmaları takip edemediğim için aynı cümleyi bir daha okumak durumunda kaldım. Bazıları gerçekten hoşuma giderken bazılarını da biraz zorlama gibi hissettim.

Genel olarak kısa sürede okunabilecek keyifli bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Arka kapaktan;

Güzellik, bakmayı bilen gözdedir sevgilim. Artık kendime layık olanı seçebiliyorum sayende. Bir insanın gözlerine bakıp, kalbini görebiliyorum her seferinde. Eskisi gibi değilim. Neden mi senden çok daha öndeyim? Herkesin dünyası kendi gördüğü kadardır sevgilim. Sen önüne bakarken, ben uzakları ezberledim. Sen olup bitenlerle ilgilenirken, ben olmayanın izindeydim.

Çivi çiviyi sökermiş, yalnızlığı kanatan hüzünlü şarkılar, yalnızlığa iyi gelirmiş. İşte ben bu şekilde hayata karşı direndim. Keşke bana akıl vereceğine, aklımı alacak kadar beni sevseydin. Ben, bir çocukluk edip büyüdüm işte! Sen büyümüşsün ama doğmamışsın bile. Ben, senin doğrundum sevgili. Ötekiler gelip geçerdi. Sen doğru olanı değil, geçerli olanı seçtin. Terk etmek kazanan olmaya yeter zannettin.

Bana, bir veba busesi bırakıp gittin; bak şimdi yerini başkaları aldı. Bu aşkın vebası sende, busesi bende kaldı. Seçtiğin yolda sana mutluluklar diliyorum. Unutmak alışmaktır. Unutursun demiyorum… Ama alışacaksın biliyorum.

17 Şubat 2014 Pazartesi

Karısını Şapka Sanan Adam - Oliver Sacks


1985 yılında ilk baskısını yapan bu kitap hayli ilginç, eğlenceli ve bir o kadar da bilgi doluydu. Daha önce Bir Psikiyatristin Gizli Defteri’ni okumuş ve gerçek psikolojik vakalardan derlenmesi dolayısı ile çok beğenmiştim. Karısını Şapka Sanan Adam da böyle bir kitaptı. Çok daha eski tarihlerde, belki de bilim bu kadar ilerlememişken ve insanların önyargıları daha üst seviyelerde olduğu zamanlarda rahatsızlıklara nasıl bakıldığını ve incelendiğinden bahseden bu kitabı çok beğendim.
Çok ilginç vakalardan oluşan bu kitabın içinde 24 ayrı hastanın yaşadıkları ve klinikte yapılan testlere verdikleri cevaplar anlatılmaktaydı. Beni en çok otistik olan bir çocuğun hikâyesi etkiledi.
 
Çok ciddi bir araştırma ve hazırlanma geçmişine sahip olduğunu düşündüğüm bu kitabı kesinlikle tavsiye ederim.
 
Kitapta altını çizdiğim bir cümle bence en önemlisiydi…
“Hangi adam daha trajik bir durumdadır ya da hangisi daha lanetlidir? Başına geleni bilen mi bilmeyen mi?” S- 35
 
Arka Kapaktan;
Somut zamanda “kayıp” olan bir insanın varlığını oturtabileceği, kendini var kılabileceği bir yer var mıdır?
 
Varlığının farkında bile olmadan kullandığımız duyularımızın küçük bir kısmını kaybettiğimizde neler olabilir?
Profesör Sacks’tan romantik tavırlı, geniş ve açık uçlu yaklaşımlarla örülmüş “ciddi” bir kitap.
 
Sıradan her insan için “zihinsel” bir yolculuk, nöroloji ile ilgilenenler içinse kaçınılmaz bir kaynak.

14 Şubat 2014 Cuma

Gün Olur Asra Bedel - Cengiz Aytmatov


Kış okuma şenliği kategorilerinden birisi olarak seçtiğim bu kitap daha önce hiç okumadığımız bir ülke edebiyatından olmalıydı. Ben de Kırgızistanlı yazar Aytmatov'un bir cenazenin defin edilmesi için çıkılan yolculukta eski anılarını hatırlayan Yedigey’i anlatan bu kitabını seçtim. İki hikâye vardı kitapta, bir tarafta efsaneler diğer tarafta ise uzaya giden iki astronotun yeni bir dünyayı keşiflerinden bahsediyordu.
 
Tamamen benim fikrim olmakla birlikte bu kitabı çok beğendiğimi söyleyemiyorum. Gereğinden uzun anlatılan detaylar beni biraz sıktı. Yine de arada bahsi geçen efsaneleri özellikle Nayman ana efsanesi, Man Kurtların hikâyesi etkileyiciydi. Dediğim gibi bana hiç tanımadığım bir yazarı tanıttığı için Kış Okuma Şenliği’ne teşekkürü borç bilirim.
Arka Kapaktan;
Yürek paralayan, tüyler ürperten bir haykırış.... Geçmiş, bugün ve yarın; bilim-kurgu, gerçek ve efsane bir arada gözler önüne serilir... Derin ve temiz aşklar, efsane ve masallar, KGBnin acımasız uygulamaları, okuru heyecandan heyecana sürükler. Birbirinden ilginç ve sürükleyici konular ustalıkla bütünleştirilerek sunulur. "Mankurt hikâyesi bu eserle kültürümüze mal edilir. Yedigey, ölen emektar arkadaşı Kazangapın cenazesini mezarına götürürken, kendisinin ve milletinin geçmişini, acı-tatlı, düşündürücü yanlarıyla bir bir gözlerinin önünden geçirir. O gün "asra bedel bir gün

11 Şubat 2014 Salı

Martin Eden - Jack London




Bu sefer #kitapkardesligi için klasiklerden bir kitap seçildi. Okumadıklarımdan olduğu için hemen kitabın siparişini verip Şubat ayını beklemeye başladım.
Jack London’ın 1800’lerde yazdığı kültür, zenginlik, fakirlik, alt sınıf, üst sınıf vs. ayrımlarının günümüzde de hala devam ediyor olmasını görmek beni üzdü aslında. Çünkü hayatta bazı şeyler hiç değişmiyor. Bu arada bu kitabın biraz da Jack London’ın hayatından kesitler içerdiğini söylemeden geçmeyelim.

Martin Eden bir denizci, iri yarı, güçlü ve akıllı bir adam. Fakirlik içinde boğuşuyor, sırf ablasının evindeki odasının kirasını vermek için aylarca gemide çalışıyor. Bir gün bir arkadaşının vasıtası ile zengin ve kültürlü bir ailenin kızı olan Ruth ile tanışıyor ve hayatı değişiyor. Çünkü Ruth çok naif, kültürlü ve zengin… Martin kendisine bir hedef koyuyor ve yazar olmaya karar veriyor. Kitapların arasında kayboluyor. Sayısız öykü ve şiir yazıyor bu arada da kendisini ciddi anlamda eğitiyor ve kültür sahibi oluyor, sırf Ruth’a yaklaşabilmek için, aşkı için. Bir gün her şey istediği gibi oluyor, Martin ünlü bir yazar oluyor ve öyküleri yurt dışında bile satılmaya başlıyor. Fakat Martin yine mutlu olamıyor, çünkü dışarıdan gözünde yücelttiği bu insanların kültürünün aslında yüzeysel olduğunun, onlar için önemli olan şeyin bilgi ve kültür değil sadece itibar olduğunun farkına varıyor. Elindeki her şeyi çevresindekilere bırakarak tekrar denizlere gidiyor. 

Akıcı ve çok keyifli bir roman, kesinlikle tavsiye ederim.

Altını çizdiklerim;

“İkna edici olmayan bir yanılsama, yalandan farksızdır.” S- 213

“Dünyada her şey rayından çıksa, aşk yine emin kalır. Yolda bitkin düşüp tökezlemedikçe, aşk asla yolundan sapmaz.” S- 279

 “Aşk yaşamın en yüce ifade ediliş şekliydi.” S- 328

Arka Kapaktan;

Jacl London yarı-otobiyografik romanı Martin Eden’de yazar olabilmek için hayatını ortaya koyan genç bir gemi işçisinin hikâyesini anlatıyor.

7 Şubat 2014 Cuma

Zargana- Hakan Günday



Küçük yaşta yetimhaneden kaçan bir çocuğun dört kişinin tecavüzüne uğramasının ardından kendisinin artık bir insan değil, bir zargana olduğuna inanması ile başlayan bir kitaptı. Zargana gün geçtikçe güçlenmiş, akıllanmış, âşık olmuş ve daha birçok şeyi yaşamıştır. Bazı yerlerde çok çarpıcı olmakla birlikte Zargana’nın diğer insanlara kendi hayat oyununu tiyatro gibi sahneletmesi çok ilginçti. Hakan Günday’ın Kinyas ve Kayra’sını okurken biraz zorlanmıştım ama Zargana neredeyse bir günde bitti ve tadı damağımda kaldı.
 
Altını çizdiklerim;
“İnsanları anlamak zor değil. Hepsinin de doğum izleri gibi karakter izleri var sağlarında sollarında. Biraz dikkatli bakmak yeter.” S- 13
“Cahil ile anarşist arasındaki fark tüy kadardır. O aradaki tüyüm üzerinde durur bütün okunan kitaplar.” S- 17
“Öldürülmemiş bir tecavüz kurbanı pimi çekilmiş bir el bombası kadar tehlikelidir. En olmadık intikam biçimlerini hayal eder ve ilk fırsatta gerçekleştirmeye çalışır.” S- 95
“bizim yaşamamız için tek bir neden var. O da aşk. Onun dışındaki her şey dekor. Üzerinde yaşadığın dünya biz aşık olalım diye yaratılmış.” S- 177
Arka Kapaktan;
Türk edebiyatında şimdiden farklılığını kanıtlamış olan Hakan Günday, Zargana'da bunca karmaşık bir öykünün altından yalın ve duru bir anlatımla kalkıyor. Hayat, varlık, hiçlik, oyun, zeka, kudret ve acizlik arasında gidip gelen bir metin.
 

5 Şubat 2014 Çarşamba

Kitap Böceğim 1 Yaşında...

 (fotoğraf alıntıdır)
 
İyi ki doğdun Kitap Böceğim...
 
Nasılsa kitap okuyorum ve bunu çok seviyorum bari fikirlerimi yazayım belki birileri okur diye başladığım blogda bir senenin geçtiğine inanmakta zorlanıyorum.
 
Zaman içinde sizlerden gelen fikir ve eleştirilerden ayrıca yeni kitap tavsiyelerinizden de çok yararlandım ve kitaplara daha da ilgili olmaya başladım.
 
Acaba yapabilir miyim diye düşündüğüm bir şeyi hayata geçirmiş olmaktan dolayı çok büyük mutluluk duyuyorum. Şu bir sene de bana çok özel şeyler kattınız ve beni çok mutlu ettiniz.
 
Görünen o ki hala kitap okuyan ve diğerlerinin fikirlerine değer veren insanlar var.
 
Hepinizi seviyorum...   

3 Şubat 2014 Pazartesi

Marilyn Monroe ve Bilinmeyen Hayatı - J. Randy Taraborrelli


 
Pinuccia’nın kış okuma şenliğindeki kategorilerden birisi biyografi olunca bu tarz kitapları en iyi yazan Taraborrelli’den Marilyn Monroe’yu okumaya karar verdim. Daha önce Elizabeth, Michael Jackson, Madonna gibi ünlülerin biyografilerini yazan Taraborrelli yine uzun araştırmaları sonucunda Monroe’nun biyografisini oluşturmuş.

1950’li yılların müzik ve film artisti Marilyn Monroe’yu hepimiz biliriz, çünkü o döneme damgasını vuran yegane kadınlardan birisiydi. Dışarıdan bakıldığında ne kadar şaşalı ve güzel görünen bu hayatın içinde acılarıyla boğuşan kırılgan bir kadın varmış. Marilyn Monroe hayatı boyunca paranoid şizofren annesi ile uğraşmış, gerçek babası onu hiçbir zaman kabul etmemiş, yetimhanelerde büyümüş ve aslında bir yandan da kendi paranoyaları ile uğraşırken bir yandan da çalkantılı aşk hayatı onu dibe batırmış olduğunu üzülerek okudum.

Yine de her ne kadar acılarıyla ve aşırı derecede ilaç bağımlılığı ile uğraşan bu kadının bir zamanlar Norma Jean adında sıradan bir genç kız olduğunu ve ünlü olmak için umudunu hiç kaybetmeden çalışmasını heyecanla okudum.

Biyografilerin güzel yanı ise bu örnekte de olduğu gibi, insanların “aptal sarışın” diye yaftaladıkları bu kadının aslında gayet zeki olduğu ve hiçbir şeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığını bize ispatlamalarıdır.

Biyografi severlere tavsiye edebileceğim bir kitap…

Arka Kapaktan;

Marilyn Monroe'yla ilgili her şeyi bildiğinizi düşünüyorsanız... Bir daha düşünün.

Dünyaca ünlü biyografi yazarı J. Randy Taraborrelli, Marilyn Monroe efsanesini gün yüzüne çıkarıyor ve dünyanın en ebedi ve gizemli ikonuyla ilgili şaşırtıcı gerçekleri açıklıyor. MARILYN MONROE VE BİLİNMEYEN HAYATI Norma Jeane Baker, 1950'lerde, meşhur Marilyn Monroe olduğunda, annesi Gladys Baker'ın öldüğünü ya da artık hayatının bir parçası olmadığını söylüyordu. Fakat ikisi de doğru değildi. Aslında, Marilyn'in akıl hastası annesi hep hayatındaydı ve genç yıldız, kendi efsanesine doğru yol alırken geri planda daima karmaşık aile ilişkileri vardı. Ki bu hikaye şimdiye dek hiç anlatılmadı… Taraborrelli, çığır açacak çalışmasında, annesi, üvey annesi ve yasal hamisi de dahil, ünlü aktrisin hayatında etkili olan tüm kadınların detaylı ve gerçek portrelerini çiziyor. Annesinin ağır paranoyak şizofrenisiyle uğraşmak zorunda kalan dünyaca ünlü bir kızın yürek burkan hikayesini, adı sonsuza kazınırken kendini yok edişini anlatıyor.