28 Nisan 2015 Salı

Soma’daki “Toplumsal Dönüşüm Projesi” Onlarla Hayat Buldu!

Soma İçin Bir Olduk:  Çocukların yüzündeki gülümseme her şeye değer...

Allianz Türkiye, sivil toplum örgütleriyle el ele vererek, bölgede etkilenen vatandaşlara ulaşabilmek, onların yaralarını sarmak ve yeni başlangıçlarını desteklemek için Soma’daydı. Soma’da 2014’te gerçekleşen ve ulusumuzu derinden sarsan maden faciasının ardından, Afetlerde Psikososyal Hizmetler Birliği (APHB) ve Bilim Kahramanları Derneği (BKD) ile işbirliği yapılarak “Allianz SomaDA”yı (Soma Dayanışma Ağı) geliştirdi.

Soma faciasından en çok etkilenen yerlerden biri de Kırkağaç. Kırkağaç’ta yaşayan 12 yaşındaki Yiğit, okuldaki 12 arkadaşıyla birlikte bir bilim kahramanı ekibi kurdu. Önce yapamayacaklarından korktular. Çalıştılar, çalıştılar, çalıştılar, bilgisayarda yazılım geliştirip, legodan yaptıkları robotlarına yüklediler. Bu bilim yolculuğu, özgüven ve başarı doğru yeni başlangıçları müjdeliyordu.

Allianz SomaDA”yı kapsamında, BKD ile yapılan işbirliği sayesinde, Soma çevresinde, olaydan etkilenen 6 ilçedeki 16 okulun, Bilim Kahramanları Buluşuyor turnuvasına katılımı sağladı. 34 gönüllü öğretmen, 150’ye yakın öğrencinin oluşturduğu 17 farklı Allianz SomaDA takımını 4 ay boyunca turnuvaya hazırladı. Bu yolla, öğrencilerin normal hayata dönüşü desteklenirken, psikososyal ve kişisel gelişimlerine de katkı sağlanması amaçlandı.

Allianz SomaDA”nın bir ayağı da faciadan etkilenen ailelerin çoğunlukta olduğu Dursunbey’deydi. APHB ile yapılan işbirliği sayesinde, Dursunbey’de bir psikososyal destek merkezi açıldı. Çocuklara, yetişkinlere ve gruplara yönelik üç görüşme odası bulunan Dursunbey Psikososyal Destek Merkezi’nin hizmetleri, merkeze uzak bölgelere de ulaştırıldı.

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde - Mahir Ünsal Eriş



Kitap sıralamasında yaptığım bir karışıklık dolayısı ile Mahir Ünsal Eriş’in ilk kitabını son sırada okudum. Daha önce Olduğu Kadar Güzeldik isimli kitabını okudum ayrıca kendisini Ot Dergi’deki yazılarını da takip ederim. Kitaplarında kullandığı samimi dili çok seviyorum. Bu kitaptaki de iki üç sayfa kadar kısa ama bir o kadar güzel öykülerini bayılarak okudum. Mahir Ünsal Eriş, o kadar içten ve dürüst yazıyor ki, sanki aynı sokakta oturup sohbet edebileceğiniz birisiymiş gibi hissettiriyor size.  Bir solukta okunan güzel kitaplardan. Nisan ayında “Dünya Bu Kadar” isimli yeni kitabı çıktı Mahir Ünsal Eriş’in, en kısa zamanda onu da okumayı planlıyorum.

Altını çizdiklerim;

“Her şeyin biteceği hakikatini aklına getirmeyebilecek kadar çocuk olmak ne büyük mutlulukmuş meğer”

“Ölünce nasıl da eşyalaşıyor, şeyleşiyor insan.”

“Ölmek ne bilmiyorum. Merak da etmedim hiç. Yani iyi kötü bir fikrim var aslında, tam olarak ayrıntısını bilmiyorum ama. Tatil gibi bir şey sanıyorum onu, taşınmak gibi, kesin bir şey. Onu bir daha göremeyeceğimi biliyorum yine de fakat. Bu kadar ani olmasına, böyle kaçar gibi olmasına üzülüyorum sonra, bozuluyorum biraz. Çağırsaydı ben de giderdim belki?”

Arka Kapaktan;

Abim Atatürk'ü çok severdi, bense Allah'ı. Babam, annemi ve Galatasaray'ı severdi, annem de Ringo'yu. Babam yorgun bir adamdı. Gündüz vardiyasındayken her gün, çalıştığı taşocağında sanki onca kayayı sırtına vurup ordan oraya sürüklemiş gibi, kalan son canıyla eve gelir, çoğunlukla da tek kanallı televizyonun bitmek bilmeyen ana haber bülteni sona ermeden uyuyakalırdı, akvaryumun karşısındaki ikili koltukta."

Yaz bitince kalabalığın günbegün seyreldiği, ahalinin biz bize kalıp bıkkınlıkla merabalaşıp mahsunlaştığı, her gürültünün ikindi vakti ağır usul söndüğü bir sahil şehrini düşünün...

Boş masaları döven yağmurları, kirlenmiş kıyıları, eprimiş güneş şemsiyelerini... Buna, seksenli yılların sakaletini, iğreti kaygılarını, katıksız korku olan çaresizliğini ekleyin. Mahir Ünsal Eriş, bir sahilde oturmuş, can sıkıntısından esneyen, kendi çocukluğuna bakıyor; renkli, yuvarlacık, pütür pütür bir çocukluk anlatıyor bize. "Komen! komen!" diye ateş eden oğlan bebelerini, mobiletleri, leblebi tozunu, Kaynanalar Parkı'nı, Kız Meslek'in kızlarını, Klinsmann'ı, Evrenos'u, Allah'ın yanına aldığı iyileri, kale zindanındaki prensesleri resmediyor.

Yoksulluk, hoyratlık, yalnızlık, gamsızlık, kırk mumluk sarı ampulün ışığında belli belirsiz görünüp, kayboluyor. Merhamet, taşraya uğramadan Kaf Dağı'na gidiyor...

Canlı, anlatma iştahıyla dolu yeni bir ses var karşımızda. Eriş, soba boyasıyla boyanmış hikâyeleriyle edebiyat şehrengizinde...

Mağlup ama baştan kaybetmişliğini bilen bir hınzırlıkla sırıtıyor okuruna...

22 Nisan 2015 Çarşamba

Kuyrukluyıldız Eken Adam -Angela Nanetti


On8 Kitap yayınevinin bana hediyesi olan kitabın adı da konusu da çok değişikti. Olayların çocukların gözünden anlatıldığı roman ve hikayeler beni hep daha çok etkilemiştir. Bu romanda da Arno isminde masallarla büyütülen bir çocuğun hikayesi anlatılmaktaydı. Küçük kardeşi Bruno ve annesi ile birlikte yaşayan Arno babasını doğduğundan beri görmemiştir, varlığını sadece kendisine gelen noel kartlarından hissetmekte ve her geçen gün babasının eve dönmesini sabırsızlıkla beklemektedir. Annesi ise gerçeklerin farkındadır ve çocuklarını belki de korumak mantığı ile çocuklarına hep hikayeler, masallar anlatmakta ve onları gerçek dünyanın acımasızlığından bu şekilde korumaya çalışmaktadır. Anne Myriam genç ve güzel bir kadın olduğu kadar, çocuklarının beslenmesi ve okulları hususunda da maddi olarak zorluklar yaşamaktadır. Onların rahat edebilmesi için kasabada fırın sahibi olan Bay Lorenz ile evlenmeyi kabul etmesiyle Arno’nun keyfi kaçmaya başlar. Bu arada ormanın içindeki bir kulübede tanıştığı kuyrukluyıldız ektiğinden bahseden gizemli bir adam ile sohbet etmeye ve onu yavaş yavaş babasının yerine koymaya başlar. Yazımın başında da belirttiğim gibi hayal dünyası çok geniş olan bu kitap anne ve çocuk ilişkisini en saf haliyle ele almış, okuması çok keyifliydi.

Altını çizdiklerim;

“Hayallerimizden vazgeçecek olanlar bizler değiliz, bizi terk edecek olan onlar.

Gittiklerinde insan kendini çok mu kötü hisseder?

“Evet” dedi adam. “her zaman. Yine de sırf bu yüzden hayallerimizden vazgeçemeyiz; onlardır yaşama anlam katan.”

Arka Kapaktan;

Yaşamın ne kadarı hayaldir,

Hayallere biçilen ömür neyle ölçülür?

“Arno ormandaki adamı düşündüğünde, içinde, hayal gücünü harekete geçiren, yüzlerce soru uyandıran bir merak kıpırdanmaya başladı. Bu gizemli yabancı kimdi? Neden o kulübeye sığınmıştı?

Hayal gücü oradan oraya sıçradıkça, merak umudu besliyor ve yabancı adamın görmediği yüzü babasının bildik yüzüyle yer değiştiriyordu. Ya gelen babasıysa..? Ya onlara sürpriz yapmak için saklanıyorsa...? Belki de yardıma gereksinimi vardı? Belki de Arno’nun yardımına!”

İtalya’nın bir köyünde, herkes yaklaşan kuyrukluyıldızdan söz ediyordu. Böylesi, yıllardır görülmemişti. Ama kimse, göklerin bu makyajsız kraliçesini Arno kadar sabırsızlıkla beklemiyordu. Çünkü onun tek bir dileği vardı: Babasının eve dönmesi. Ancak, ne kardeşi onun kadar önemsiyordu bu dileği, ne de annesi Myriam. Hayatları, onları seven ama kendi prensiplerinden ötesini görmeyen bir adamın yakınında sürerken, köydeki terk edilmiş kulübenin bacası yeniden tütmeye başladı...

Bazen, sadece bize anlatılanın güzelliğiyle ayakta kalmak isteriz. Bazen hayatı, sadece hayallerimizin aydınlattığı kadarıyla görmektir bize iyi gelen. Umutla mutluluk yan yana yürüdüğünde, o yolu başkalarının, kendi doğrularıyla çizmesini istemeyiz. Gerçeklerin yükünü öykülerle hafifleten Angela Nanetti, büyülü bir anlatımla kaleme aldığı romanında soruyor: Mutluluğun ne kadarı uyum ve kabulleniştir, ne kadarı hayal ve arayış?

20 Nisan 2015 Pazartesi

Ağır Roman - Metin Kaçan


Yıllar önce filmini seyretmiştim ve o zamanlarda yaşım dolayısı ile tam anlamadığımı ancak filmi sevdiğimi düşünmüştüm. Kitabını okudukça aslında çok derin ve çok kadar farklı bir dünyaya girdiğimi hissettim.  Metin Kaçan’ın intihar sonucu vefat ettiğini sanırım herkes biliyordur, bu kitapta ölümle bitiyor. Birçok eleştirmen bu kitabın yazarın hayatından da alıntılar yaptığından bahsetmiş. Romanda neyin gerçek neyin kurgu olduğunu anlamak ilk başlarda zor, çünkü çok masalsı bir dünyası var, sayfalar ilerledikçe bu dünyanın içinde dolaşmaya başlıyorsunuz ve gittikçe keyifleniyorsunuz. Öyle güzel bir edebi metin, öylesine güzel anlatım ve tasvirler var ki kitap bitmesin istedim. Kitapta ciddi anlamda argo kullanımı var bu kitabın geçtiği mahalleyi de düşündüğümüzde yerinde bir kullanım olduğunu göreceksiniz.

Konusuna gelince, Tarlabaşı semtinin oralarda kolera diye bir mahalle bulunmakta. Bu mahallede fahişelerden, gaylere, hırsızdan, dolandırıcıya normalde görmeye alışık olmadığımız çok farklı insanlar uyum içinde yaşamakta. Bu mahallenin kabadayısı vefat ederken tespihini Gıli Gıli Salih isminde bir yeniyetme gence bırakıyor. İşte biz bu gencin, yavaş yavaş kabadayıya dönüşmesini ve âşık olduğu kadınla yaşadıklarını okuyoruz. Tam bir edebi şaheser…

Ayrıca bu kitabın ikincisi de varmış ancak Metin Kaçan Türkiye bu kitabı okumaya hazır değil diye düşünerek kitabı imha etmiş.

Arka Kapaktan;

Güneş buluttan sıyrılırken Kolera'nın âlemci kadınları bir omuz darbesinde yıkılacakmış gibi duran evlerinin önünde oto tamircileriyle, marangozlarla, tornacılarla aslanlar gibi muhabbete koyuldular. Bir yandan da kaynak yaparken elleri titreyen ustalara esrarı daha kallavi içmeleri için zıvana hazırlamaya başladılar.

Köylü kadınlar, kocalarının mahalle hakkında anlattıkları korku hikâyelerinden tırstıklarından mahkûmlar gibi camdan bakıyorlardı.

8 Nisan 2015 Çarşamba

Görmek - Jose Saramago


Körlük romanının devamı olarak belirtilen bu kitap tipik Saramago alaycılığı ile eleştirel kalemini konuşturduğu romanlardan birisi olarak nitelendirilebilir. Olaylar adı bilinmeyen bir ülkede bir seçim günü başlıyor. İlk seçim tarihinde aşırı yağmur yağdığı için kimse oy kullanmaya gitmiyor ve tekrarlanan seçim sonucu tam bir kafa karışıklığı yaratıyor. Çünkü seçime katılım oranı neredeyse %99 civarında iken seçim sonuçlarının %85’i beyaz oy olarak çıkıyor. Oy kullanma görevini hemen her vatandaş yerine getiriyor ancak kimse beyaz oy verdiğini ya da vermediğini söylemiyor. Bunun üzerine paniğe kapılan hükümet insanlara baskıcı bir tavır sergilemeye başlıyor, çünkü bu eylemin hükümete sessiz bir protesto olduğunun farkına varıyorlar.
Saramago’nun bu türdeki romanlarının her dönemde her ülkeye uygun olabileceğini ve her okurun evet benim ülkemde de aynı sıkıntılar var diyebileceğini düşünüyorum. Benim için hiç eskimeyen yazar ve romanlardan birisi olacağına eminim.
Altını çizdiklerim;
Baskıcı düzenler altında, ezici diktatörlüklerin baskısı altında yaşadığınız dönemlerde olduğu gibi yine başkaldıracaksınız belki, ama boşuna heveslenmeyin, tepenize şiddetle binecekler, ayrıca sizi oy vermeye de çağırmayacaklar, çünkü artık seçim yapılmayacak, belki yapılacak ama o seçimler vaktiyle hor gördüğünüz seçimler gibi bağımsız, temiz ve dürüst olmayacak ve bu böylece sürüp gidecek, ta ki benimle ve halkın hükümetiyle birlikte sizi kendi yazgınızla baş başa bırakmaya karar vermiş olan silahlı kuvvetler, sizi kendi yarattığınız canavardan kurtarmaya gelinceye kadar.
Çekmiş olduğunuz tüm acıların boşa gittiğini, inadınızın bir işe yaramadığını göreceksiniz, işte o zaman artık çok geç olduğunu, hakların yalnızca içinde geçtiği söylemde ve ister anayasa, ister yasa, ister herhangi bir yönerge olsun, üzerine yazıldığı kağıt üzerinde hak olduğunu anlayacaksınız, o hakların ölçüsüz ve yerli yersiz kullanılmasının en istikrarlı toplumu bile altüst edebileceğine aklınızın yattığını tanrı bana gösterecek umarım ve nihayet, önemli olanın iyi niyet olduğunu, bizim o haklara, asla somut ve gerçekleştirilebilir gerçekler olarak değil, yalnızca, gerçekleşme olasılığı bulunan şeylerin simgesi gözüyle baktığımızı anlayacaksınız.
Arka Kapaktan;
Adı belirsiz bir ülkenin başkentinde seçim günü bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başlayınca kimse oy atmaya gitmez. Öğleden sonra yağmur durunca, saat tam dörtte, seçmenler sanki emir almışçasına sandıkların başına koşarlar. Ama sandıklar açıldığında, kullanılan oyların yüzde 83'ünün boş olduğu ortaya çıkar. Bunun bozguncu bir grubun, dahası uluslararası bir anarşist örgütün işi olduğunu düşünen hükümet olağanüstü hal ilan eder. Yıllar önce kenti saran "körlük salgını"ndan kurtulan tek kişinin bu olayla bağlantılı olduğundan kuşkulanılır. "Beyaz veba"nın öteki kentlere de yayılmasını önlemek için başkent abluka altına alınır, bir polis komiseri "suçlular"ı bulmakla görevlendirilir.
Nobel Edebiyat Ödülü sahibi José Saramago'nun Körlük'ten sonra kaleme aldığı Görmek, demokrasinin kırılganlığı ve hükümetlerce saptırılması üstüne şaşırtıcı bir taşlama. Günümüz edebiyatının üslup ustasından derin bir çağ eleştirisi.

1 Nisan 2015 Çarşamba

Onu Ben Öldürdüm Leonardo- Deniz Kavukçuoğlu


Okuduğum ikinci Kavukçuoğlu romanı. Bu sefer bir İtalyan kasabasına giden yaşlı bir adamın bir süre sonra ortadan kaybolmasını konu alıyor. Bu yaşlı adamın arkadaşlarının polise anlattıkları ile başlayan roman daha sonrasında adamın günlüklerine, düşüncelerine ve notlarına dönüşüyor ve aslında bu adamın kendisinden çok genç olan bir kadınla yaşadığı aşkı anlatıyor bizlere. İmkansız aşkın, tutkunun anlatıldığı bu romanı çok beğendim, özellikle konunun bir İtalyan kasabasında inzivaya çekilmiş bir adam tarafından anlatılması ve Leonardo Da Vinci’den de bahsediyor olması kitaba ayrı bir hava katmış. İçinde yaşlı bir adamın bilgeliği ve genç bir kızın yaşam enerjisi okuyucuya bol bol hissettirilmiş.
Altını çizdiklerim;
Özlem, denetlenebilir, frenlenebilir bir duygu değil ki.
Kuşkular, korkular kıskançlığın da kaynaklarıydı, bunu biliyordum.
Sarhoşluk insanı hem yüreklendirir hem de dilini çözer.
Tutku sevgi içinde eriyemez, insanın kendisine dönük bir silaha dönüşür. Oysa aşk, yüreği şafakla açan bir çiçektir, güzelliğin dudaklardaki tatlı gülümsemesidir. Sevdiğinin gözlerindeki bakıştır ama aynı zamanda bir yürek haykırışıdır.
Arka Kapaktan
Floransa’nın otuz kilometre kadar kuzeybatısında, Vinci kasabasına altı kilometre uzaklıktaki Porciano adında bir köyün yakınındayım. İstanbul’dan yola çıkarken, bir süreliğine de olsa yaşayacağım yerin böyle bir vadide, eve dönüştürülmüş eski bir değirmen olduğunu bilseydim gelir miydim, sanmıyorum. Benim gibi 65 yaşında, üstelik de üç yıl önce kalp krizi geçirmiş bir adam için pek kolay olmayacak burada yaşamak.”
Onu Ben Öldürdüm Leonardo, ustalıkla kaleme alınmış bir genç kadın-yaşlı erkek öyküsü. Romanın kahramanı Tamer Doğan, bir gün ansızın kendisini arayan bir genç kızın, Gizem’in büyüsüne kapılarak kendisini mutluluklarla dolu bir aşkın içerisinde bulur. Yürümeyeceği daha baştan belli olan bu aşk, Leonardo da Vinci araştırmacısı bu yaşlı adamı bir İtalyan köyüne sürükler. Bu köyde, terk edilmiş bir değirmende yaşarken, karşısına çok ilginç bir adam çıkacaktır.