23 Temmuz 2014 Çarşamba

Eski Sevgililerinizden Kurbağa Yapılır - Özlem Kumrular


Takip ettiğim yayınevleri olduğunu biliyorsunuz, Yitik Ülke Yayınları’da bunlardan birisi. Özlem Kumrular’ın bu kitabını onların tanıtımı sayesinde öğrendim ve gelirinin de Soma’ya bağışlanacağını duyduğumda konusuna bile bakmadan siparişimi verdim. Kitabın belli bir konusu yok, metin çok dağınık ama içinde çok tatlı ince bir mizah barındırıyor. Ben özellikle yazarın içindeki yaşam sevincine, başına buyruk tavrına, kıpır kıpır ve eğlenceli haline bayıldım, çünkü bu kitap yazarın günlüğü gibiydi. Özlem Kumrular, çok samimi bir şekilde yaşadıklarını ve o müthiş genel kültürünü bir kitapta toplayıp bizlerin beğenisine sunmuş… Tam bir yaz kitabı, eğlenceli sizi yormayan, gülümseten…

Arka Kapaktan;

Yok, sonradan böyle olmadım, tam olarak böyle doğdum. Sürprizli bir hayat vakaları silsilesi içinde şehirden şehre, ülkeden ülkeye savrulurken bir insan evladının başına fiziksel olarak ne gelemezse o beni buldu. Bu kitapta Kübanın, Trinidad sahillerinin, Ljubljana, Malta, Sakız Adası, Ohrid, Belgrad, Limoges, İtalyanın kimseciklerin gitmediği şehirlerini vesaire koordinatı birlikte dolaşıp gülelim istedim.

 Bu kitapta unuttuğunuz kitapları, hiç görmediğiniz yerleri, memleketimin şenlikli Rock müzisyenlerini, yazarlarını, kelimelerin nereden geldiğinin en bitirim hikâyelerini, Napolililerin koskoca Amerikan kruvazörünü sis altında limandan nasıl çaldığı gibi sayısız gerçek vakayı, Fidelin ne yemeyi sevdiğini, Chenin hangi dersten kaldığını öğrenecek, hiç bilmediğiniz yemekleri tadacaksınız.

 Kahramanlarımız yakın çevremdem: Karnaval gecesinden doğrudan üniversitedeki dersine tavşan kılığında giden bir tarih hocası (olay Salamancada geçiyor), Kemancıda büyütülmüş üç yaşında bir kardeş, tatile gitmeden önce 100 tane civcivi yarım çuval mısırla komşuya bırakan çılgın bir çift, felsefe okula olarak kullanılan bir deniz fenerinin maceraperestleri, Türkiye şartlarında görüp görebileceğei tek prens Çokoprens olan bir dizi kız arkadaş, danaya ortak olan bir Sardinyalı, Hocam Madame Bovaryden hangi kitabı okuyayım? diye soran öğrenci modelleri, Ekvador devlet başkanı Rafael Correa ve kimler kimler…

 Ruhu çocuk bahçesinde kalmış bir kızın maceralarıyla bırakın pencerenizden içeri kahkaha girsin.

18 Temmuz 2014 Cuma

100Dünya'nın Gizli Yüzü - Danielle Martinigol


Normalde çok fazla bilim kurgu okumam, çok ilgilendiğim bir konu da değildir ancak On8 Kitap’tan tarafıma hediye olarak gelen bu bilim kurgu romanını çok sevdim. Romanın nasıl bir hayal gücü ile yazıldığını düşündükçe yazara verdiğim değerin de arttığını itiraf etmek durumundayım. Bir tür galaksi topluluğunda geçen ve genç bir gazetecinin yaşadıklarını anlatan bu kitabın içinde haber alma özgürlüğü, özel hayata saygı, politika gibi konulardan tutun da çevreci harekete kadar her şeyden vardı. İçindeki bazı kelimelere ilk başta adapte olmakta zorluk çektiysem de beş on sayfa sonra alıştım ve daha büyük bir keyifle okumaya devam ettim.

Seri olarak basılan bu kitabın diğer iki kitabını da almayı düşünüyorum. Sanki bir film izliyordum ve yarım kaldı, devamını ciddi anlamda merak ediyorum. Romanın başkahramanı Sandiane ve Mel’in yaşayacakları aşk da çok ilgimi çekecek gibi görünüyor. Kısacası bu romanı bir film gibi izler gibi okuyacağınızı düşünmekteyim.

Arka Kapaktan;

“Bir anda, on bin yolcunun gözüne siyah perde indi. Herkes asıldığı tutamağı bütün gücüyle sıkıyordu. Uzaygemisinin derinliklerinden hayvansı bir kükreme yükseldi. Sandiane manyetik akımın avuç içlerine battığını ve vücudundan aktığını hissetti. Uzaygemisinin akıl almaz donanımı, onları galaksinin bir ucundan diğerine ulaştırmak için uzayı ikiye katlarken, genç kız saniyeleri saymaya başladı.”

Uzak gelecekte, uzay-zamanı katlamayı başaran insan ırkı Dünya’yı aşmış, koloniler halinde galaksinin dört bir yanına dağılmış durumda. İnsanlık yine bilindik hırslar, tanıdık emeller ve benzer siyasi yapılarla varlığını sürdürüyor. Birbirinden binlerce ışıkyılı uzaklıktaki gezegenlerin oluşturduğu “100Dünya Konfederasyonu” adlı bu yeni düzende, Dünya’dan da mavi, gizemli bir okyanus-gezegen dikkati çekiyor: Başkadeniz. Konfederasyonun en genç gazetecilerinden, Agoralı Sandiane Ravna objektifini bu ketum gezegenin sırlarına çevirdi bile. Bilmediğiyse, gerçekleri öğrenmekle onları medyada paylaşmak arasında çok hassas bir denge olduğu…

İnsanın doğa üzerindeki egemenliğine bir sınır çizmek mümkün mü? Buluşlar ve keşiflerle bugünlere gelen insanın “merak” duygusunu esas harekete geçiren nedir? Bilgilenme ve haber alma hakkı yaşam hakkının önüne geçtiğinde, en büyük zararı kim görür? Fransız bilimkurgu edebiyatının tanınmış yazarı Danielle Martinigol’ün ünlü üçlemesi “100Dünya” başlıyor.

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Romantik İroni - Tuba Akyol


Habersiz bir şekilde tarafıma gönderilen kargoyu açtığımda içinden yazarından imzalı bu kitap çıkmıştı. Kitaptan daha güzel hediye olamayacağını düşünen birisine hem de yazarı adıma imzalamışsa tadından yenmezdi. Romantik İroni kadın erkek ilişkileri üzerine yazılmış bir çok kitaptan farklı olarak çok samimi ve sizi yormayan bir kitap. Biraz gerçek, biraz kurgu olduğunu düşündüğüm bu roman sanki yazarının kısa günlüğü gibi. Okurken çok eğlendiğim bir kitaptı, adında da dediği gibi hem romantik hem de ironik bir dile sahipti. Tuba Akyol’un cümlelerini, biraz diz üstü edebiyat serilerindeki o hınzır, eğlenceli, kurnaz kadınların diline benzettim.

Özetle sevdim, sizi yormayan özellikle yaz sezonuna çok uygun bir roman.

En sevdiğim cümlelerden birisi;

“Dünden beri kime "oyun" desem, herkesin aklına önce "oyun, dolap, dalavere, hile, düzen, desise, entrika" geliyor.

"Yok," diyorum, "yakar top, istop, birdirbir... Sadece oyun."

Oyun sadece çocuklara bırakılmayacak kadar eğlenceli bir şey!”

 
Arka Kapaktan;

Yeni bir iş… o'nunla ayni evde yeni bir hayat… çocuk?

Banu'nun yeni işinin bir iyi yanı, bir de kötü yanı var: Kötü yanı, sürekli bir yerlere gitmek. İyi yanı, sürekli bir yerlere gitmek. Banu'yla birlikte Dubai'den Diyarbakır'a, Moskova'dan Urfa'ya, Cape Town'dan Van'a gezeceksiniz.

Sevgiliyle aynı evde yaşamanın pek çok iyi, pek çok kötü yanı var. Bir ilişkinin mutlu günlerini, o kadar da mutlu olmayan günlerini, kavgaları, barışmaları, kahkahadan sessizliğe, özlemden umursamazlığa, meraktan şüpheye her halini Banu'yla birlikte yaşayacaksınız:

-Aidatı yatırdın mı?

-Hı hı.

Konuşunca barışmış sayıldık. Çocuk sahibi olmanın birçok iyi yanı ama bir zamanı var: Rüyamda artık ne gördüysem, sabah panikle Deniz'i arıyorum.

-Deniz, korkunç! Çok korkunç! Ben galiba çocuk istiyorum.

-Ve bu korkunç, çünkü..?

-Çünkü… Ya çocuğum olursa?

Mutlu sonlardan sonra ne olur?

Ayrılık sevginin değil, hayat karşısında artık yan yana, omuz omuza, el ele durma arzusunun bitmesi demek. Sevgiyi bitiren, nefrete dönüştüren, ayrıldıktan sonra ayrılamamak. Milliyet gazetesinin hafta sonu eklerinde uzun yıllar köşe yazarlığı yapan, şimdi Psikeart dergisinde yazan ve Nar Kitap'ın yayın yönetmenliğini yürüten Tuba Akyol'dan maydanozun, şişme botların ve kullanma kılavuzları için kullanma kılavuzu yazılmasının faydaları, rüyalar ve oyunlar, gece hayatı ve sıkıntı, tembellik ve tembel fikirler üzerine, her şey ve hiçbir şey hakkında, sonu olmayan bir kitap.

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Deliduman - Emrah Serbes


Ciddi anlamda hayran olup, nerede bir şey yazsa alıp okuduğum yazarlarım var benim. Emrah Serbes de bunlardan birisi. Yeni kitabının çıkacağını öğrendiğimden beri onun hakkında hiçbir şey okumadım, kitabın çıkış tarihini bilmek bana yetti.  Kitap kardeşliği ile Temmuz ayında okuyacağımız kitabı seçmeye sıra geldiğinde ise ilk aklıma gelen kitap bu oldu, neyse ki bu sefer diğer kardeşlerim de benimle aynı fikirdeydi.  Kitabı okudum, bir sürü cümlenin altını çizdim ve elbette ki yine bayıldım. Kız kardeşini meşhur etmeye çalışan kafası karışık bir 17’lik gencin ağzından yazılan bu kitabın kurgusunu da, içindeki benzetmeleri de çok beğendim ve satır aralarındaki mesajları gülümseyerek okudum.

Gezi Parkı olaylarını da konunun içine katmasından dolayı eleştiri alan bu romanın aslında belli bir kitleye değil, bütün partilere, siyasete, sivil toplum kuruluşlarına ve özellikle kapitalizme karşı bir eleştiri olduğunu düşünüyorum. Yine de eleştirebilmek için önce okumak gerekiyor.

Altını çizdiklerim;

“Genellikle kötücül insanlar başkalarının yaptığı kötülüğün hemen farkına varırlar. Ellerine fırsat geçmediği için kötülük yapamadıklarından, başkalarının yaptığı kötülükleri en ağır şekilde yargılayanlar da onlar olur.” S- 76

“Acı dolu bir dünyada yaşıyorduk ve bu acıların çoğunun mantıklı bir açıklaması yoktu.” S- 99

“Özgürlüğü hep insanın canının istediğini yapması zannediyoruz, oysa özgürlük her şeyden evvel bir histir. Eylemden önce o his gelir. İnsana bir şey yaptıran yahut yaptırmayan şey o histir.” S- 117

“İnsan ayrılınca değil, yeniden kavuşma ümitleri tükenince yıkılır.” S- 160

“Ömrümüzü yaptığımız yanlışlardan geri dönmekle harcamıştık ama hayatı hala ilerlenecek bir şey olarak görüyorduk. İnsandık çünkü biz, budalaca zaferlerimiz vardı hiçbir işe yaramayan ve bilgece yenilgilerimiz vardı bizi birbirimize daha sıkı bağlayan, umutsuzca kederle bağlayan bizi birbirimize. Kendi içimizde sessiz ve korkunç mücadeleler vermiştik, kendi iç savaşlarımızın gazisiydik hepimiz, kendimize yenilip kabul etmiştik kendimizi ve kendimize boyun eğmiştik ve şimdi kimseye boyun eğmeyecektik!” S- 343

“İnsan sadece öğrenmek zorunda olduğu şeyleri öğrenir oğlum. Sadece acıyla öğrenilenler unutulmaz. Ve ne vakit çekilirse çekilsin, insanın yüreğinin en derinlerinde hissettiği acı, o saf acı, bir imbikten süzülürcesine gelip insanın içine akan o katıksız acı, tüm zamanların acısıdır.” S- 347

Arka Kapaktan;

On yedi yaşındaki Çağlar İyice konuşuyor. Kız kardeşi Çiğdem'i, onu meşhur etme ümitlerini, belediye başkanı dayısını, yakın arkadaşı Mikrop Cengiz'i, taşra muhabbetlerini, depresyonun eşiğindeki annesini, eski sevgilisini, hiç unutamadığı dedesini, hatırlarken kahrettiği babasını anlatıyor. Deliduman, dermansız ve güdük bir ilçeden haykırmaya başlıyor, İstanbul'a uzanıyor. Çocukluğumuzun, hatıralarımızın ve bütün sokaklarımızın üzerinden dangır dungur geçen imar ve para iştahına lanet! Riyakâr dünyaya, Allahsız sermayeye, martılara, küçük bir kızın kalbini kıranlara isyan ediyor. Barikatların arkasında, soluk soluğa, yapayalnız, erken kaybeden bir delidumanın öfkesini çemkiriyor. Emrah Serbes, zamanın ruhunu, Gezi'nin isyancılarını, hürriyetleri için öksürenleri, yerinde duramayanları, küfredenleri, ağlamayı unutmak için yumruğunu sıkanları resmediyor. Deliduman, büyük zamanın ve her zaman kenarda kalanların romanı.

10 Temmuz 2014 Perşembe

Ustam ve Ben - Elif Şafak


Yapılan onca eleştiriden sonra bu kitaba biraz önyargılı baktığımı itiraf ediyorum. Aynı zamanda önyargımda ne kadar haksız olduğumu gördüğüm için de seviniyorum. Çünkü kitabı çok beğendim.16. yüzyılda Hintli bir fil bakıcısının Mimar Sinan ile çalışmasını konu alan bu kitapta özellikle tasvirlere bayıldım. Sadece yer ve kostüm değil, hislerin de tasvirlerine bayıldım. Mimar Sinan’ın nasıl bir deha olduğunu söylemeye zaten gerek yok, o yıllarda yaptığı eserler hala günümüzde ayakta ve hala hayranlıkla izlenmekte. Hikâyenin Mimar Sinan’ın değil de onun kalfalarından birisinin gözünden anlatılması ise sanki olayları daha gerçek yapmış, gerçeklikle belki de alakası olmasa da bazı yan karakterler romanı daha eğlenceli ve heyecanlı hale getirmiş. Ve bu kitaptan sonra biraz daha tarih okumaya karar verdim, bence bir kitap sırf başka tarzlara bizi yöneltiyorsa amacına ulaşmış demektir.

Altını çizdiklerim;

“Araplar, Kürtler, Nesturiler, Çerkezler, Kazaklar, Tatarlar, Arnavutlar… Bu insanların her biri kendi yolunda yürüse de gölgeleri birbirine değiyor, dolanıp düğüm oluyordu.” S- 46

“Hayatımızın bir haritası varsa şayet, yollarda değil, yol ayrımlarında çizilmekte. İki şey arasında tercih yaptığımız o kısa, kısacık anlarda. Göz açıp kapayana kadar değişir kaderimiz, tek bir kararla.” S- 80

“Takvada sahtekâr olacağına, günahında samimi ol, daha iyi.” S- 91

“Bütün sevdiklerini gömüp nefes almaya devam etmek, lanettir.” S- 273

“Hayatta hiçbir şey, dışa vurulamayan kızgınlık kadar zarar vermez insan ruhuna.” S- 374

Arka Kapaktan;

Öğrenme aşkıyla geçti ömrümüz, aşkı öğrenemesek de…

Tarihimizin en önemli ve çalkantılı dönemlerinden biri olan 16. yüzyılda İstanbul… Hindistan’dan gelen beyaz bir fil ve onun sırlarla dolu bakıcısı: Çota ile Cihan. Filbaz aynı zamanda bir üstadın çırağı. Ustası ise Sinan.  Bu toprakların yetiştirdiği en büyük mimar.

Elif Şafak’ın muazzam hayal gücü ve zengin diliyle Osmanlı tarihinin derinliklerine doğru şaşırtıcı bir yolculuğa çıkıyoruz. Karşılıksız bir aşk, iktidar kavgaları, yobazlığın ortasında yeşeren sanat ve beklenmedik bir ihanet…

Bir tarafta bilime ve öğrenmeye inananlar, bir tarafta gelişmeyi durduranlar...

 Ustam ve Ben, tarihi kişiliklerin, camilerin, kütüphanelerin, türbelerin, köprülerin resmigeçit yaptığı, rengârenk, canlı, sürprizlerle dolu bir dönem hikâyesi…

Öyle bir hayal dünyası ki içindeki konular ve tartışmalar günümüze dair de çok şey söylüyor. Uzun süre hafızalardan silinmeyecek, çok konuşulacak bir roman.

“İstanbul dediğin unutkanlıklar şehri. Orada her şey suya yazılmış. Ustamın eserleri hariç, onunkiler taşa kazınmış. O taşlardan birine bir sır sakladık. Çok zaman geçti üzerinden, nice alametler birikti ama hâlâ orada olmalı, bıraktığımız noktada. Bilmem bulan çıkar mı? Bulsa bile anlar mı? Ustamdan geriye kalan yüzlerce eserden ve binlerce, binlerce taştan bir tanesi var ki, altında gizli Arzın Merkezi.”

8 Temmuz 2014 Salı

Filler Çapraz Gider - Altay Öktem


İnternette çokça denk geldiğim ve yine adı değişik olduğu için daha çok dikkatimi çeken bir roman okudum. Filler Çapraz Gider ’de bütün karakterler Kerim ve Leman isimleri ile hayatımıza giriyorlar. Kerim’ler bazı özelliklerine göre farklı tamlamalara sahip olurken kadınların hepsi Leman ve sanırım hepsi aynı kadın. Kitabın içine tiyatro sahneleri ve mektupların serpiştirilmesi okumaya olan ilgimi arttırdı.

Sade bir dille yazılmış olan bu kitap ilk olarak 2001 yılında basılmış, daha sonra Yitik Ülke Yayınları tarafından 2013 yılında tekrar baskıya girmiş ve bence çok doğru bir karar verilmiş. Kitapta altı çizilecek cümleler değil paragraflar vardı ben sadece bir kısmını size aktarıyorum.

Altını çizdiklerim;

“İnsan en zor koşullarda bile gülebilen hayvandır.” S- 28

“İnsanın geçmişini özlemesi gibiydi bir dostu özlemek.” S- 44

“önemli olan bu değil ki. Ölmek ya da ölmemek değil. Ölümle dalga geçebilmekti önemli olan. Ölümden daha güçlü olabilmek..” S- 45

“Ölüm olmadan eksik kalırdı yaşam. O zaman da bizim bildiğimiz, adına yaşam dediğimiz şey olmaktan çıkar, başka bir gerçeklik olurdu. Adına ne dersek diyelim… İster yaşam, ister başka bir şey. Çünkü bir bütünün küçük bir parçasını bile çeker çıkarırsan, bütünlük bozulur. Belki yine bütün olur ama başka bir bütün!” S- 46

Arka kapaktan;

Altay Öktem'in 90'lı yıllarda, daha edebiyat egzersizleri yaptığı bir dönemde yazıp yıllarca çekmecesinde sakladığı, 2001'de Stüdyoimge Yayınları tarafından yayınlanıp kısa sürede iki baskı yaptıktan sonra, bilinmeyen bir nedenle yeni baskılarının yapılmasını istemediği Filler Çapraz Gider, uzun yıllar belli bir okur kitlesinin, özellikle çizgi dışında durmayı seçenlerin başucu kitabı olmuştu.

Bütün erkeklerin Kerim, bütün kadınların Leman olduğu sıradan, bir o kadar da tuhaf bir dünyayı, bütün ayrıntılarıyla ama çok yalın bir dille anlatmış bize Altay Öktem. Bu roman, bir çeşit yalnızlaşma ve yabancılaşma manifestosu olarak da okunabilir. Romanda metinler arası ilişkilerin kullanılması, yer yer öykü, tiyatro ve fotoğraf tekniklerinden yararlanılması, gerçeklikle sarmaş dolaş olan kimi fantastik öğeler, bizi, 90'lı yıllarda kaleme alınan bu romanın farklı katmanlarını da keşfetmeye zorluyor.

Bu boğucu ve kasvetli dünyada ya hepimiz aynı kişiyiz, ya da hepimiz çok farklıyız ama bunun bir anlamı yok! İkisi de aynı kapıya çıkıyor çünkü kurallar aynı: Filler hep Çapraz Gidiyor!

Yitik Ülke olarak, çapraz giden fillerin üstündeki 12 yıllık ölü toprağını kaldırdığımız için mutluyuz. Gerisi size, Kerimlerle Lemanlara kalmış…

4 Temmuz 2014 Cuma

Canım Acıyor Baba - Deniz Kavukçuoğlu



 
Bu sene yapılan kampanyalarla belli oldu ki hepimiz Can Yayınları okuyacağızJ
Deniz Kavukçuoğlu benim daha önce okumadığım yazarlardan, kendisinin başka öykü kitapları da var ancak özellikle ismi ilginç geldiği için bu kitabı ile başlamak istedim.  İçinde birbirinden değişik öyküler olan bu kitabı gerçekten sevdim. İnsana dair her şeyden sade bir dille bahseden bu kitabı öncellikle çok samimi ve inandırıcı bulduğumu belirtmek isterim.  Aşk, kadınlar, cinsellik, taciz, baskılar, tecavüz gibi birçok konuyu farklı öykülerle ele alan Kavukçuoğlu’nun güzel bir kalemi var. Kendisinin diğer kitaplarını da en kısa sürede edinmeyi düşünüyorum.
Arka Kapaktan;
Akşamüstü karın gelecek, belki o da sevişmek isteyecek. Ne kadar bastırmaya çalışsak da vicdanımız bizi rahat bırakmıyor. Böyle bir günün akşamında, aldatmanın ve cinselliğin hazzını tattıktan sonra senin karına, benim kocama hayır dememiz olanaksız, buna vicdan dediğimiz şey elvermeyecek. Onları mutlu edeceğiz, onların mutluluğu bir bakıma bizim birlikte yaşadığımız hazzın verdiği mutluluğun bir uzantısı.
Deniz Kavukçuoğlu'nun yeni kitabı Canım Acıyor Baba, yazarın on üç öyküsünü bir araya getiriyor. Kavukçuoğlu'nun son derece yalın, sıcak bir dili var. Sıradan insanın hayatından alınmış, her biri özel bir gözlem gücü gerektiren bu öyküler kimi yönleriyle buluşuyor: İlk aşkların heyecanı, cinsel deneyimlerin verdiği yürek çarpıntısı, aldatmalar, unutulmaz beraberlikler, akıl yitimleri, vicdan azapları ve insanî arızalar. Elinizden bırakamayacaksınız.

1 Temmuz 2014 Salı

Çaresaz - Halide Edip Adıvar


 
 
Bazı romanları yazıldıkları zamanla değerlendirmek sanırım daha mantıklı, çünkü Çaresaz gibi birisinin şimdiki zamanda yaşamayacağını bilmek romanı gerçek hale getiriyor. Halide Edip Adıvar zamanının en güçlü kadın yazarlarından birisi, daha önce Ateşten Gömlek isimli kitabı okumuş ve bayılmıştım. Çaresaz bende aynı etkiyi yaratmadı ancak dediğim gibi dönem romanı olarak değerlendirmek gerekiyor. Kitabın konusu özetle şu şekilde; küçük bir kasabada öğretmenlik yapan Mediha (herkese yardımcı olmasından dolayı Çaresaz) ve Münir’in yaşadıkları anlatılıyor ki o dönemin evlilik, imam nikâhı, resmi nikâh ve aldatma gibi konularına çok güzel değinilmiş.
Arka kapaktan;
Çaresaz, edebiyatımızın unutulmaz yazarı Halide Edib Adıvar'ın, çağdaşlaşma sürecinde İstanbul'da yaşanan günlük hayatı tasvir ettiği kısa romanlarından biri. Hikâyemizin kahramanı, her derde deva, yardımsever bir kız olduğu için mahallelinin Çaresaz diye seslendiği genç öğretmen Mediha. Kahramanımız, komşu köşkte oturan ihtiyar kadına vakfetmiş kendini... Tabii ihtiyar kadının oğlu Münir'in köşke döneceğinden, aralarında tuhaf, gelgitlerle sürecek bir aşkın başlayacağından habersiz... Halide Edib, modern ilişkileri, aşkı, imam nikâhını, resmî nikâhı konu ediniyor. Bu küçük kitabı okurken hem yazarın tadına doyulmaz dilini hem o yılların İstanbul yaşamından sahneleri, kişileri izleyeceksiniz. Çaresaz'ın, Münir'in, konu komşunun sıradan, masum ve dingin yaşamlarını gözleyecek, romanda Halide Edib'in kendi hayatından da izler bulacaksınız.