31 Mayıs 2013 Cuma

Genç Werther'in Acıları- Goethe

25 yaşındaki Werther’in hayatının aşkı olan Charlotte hakkında hayali arkadaşı Wilhem’e yazdığı mektupların derlemesiydi bu kitap. Mektuplarda Charlotte olan sevgi, tutku çok güzel bir dille yazılmıştı. Werhter sadece Charlotte’a olan aşkından değil doğaya, kitaplara olan sevgisini ve o dönemde yaşanan sınıf farklılıklarını ve insanların tutumlarından da mektuplarında bol bol bahsediyordu. Özellikle, sonlarına doğru Werther’in imkansız aşktan dolayı yaşadığı acılar öyle güzel yazılmıştı ki, okuyucunun etkisinde kalmaması mümkün değil..
Kısacası, okuyun, okutturun…
Altını çizdiklerim;
“Mutlu edemediğimiz insanların mutlu olduklarını görüyoruz ve buna dayanamıyoruz” S- 49
“Bizim en mutlu olduğumuz anlar, Tanrı’nın bizi sevimli bir deliliğin içine sürüklediği anlardır ve biz de çocuklara aynı biçimde davranmalıyız” S- 52
“sonuçta dünyanın bütün işleri aşağılıktır; başkalarının sözüyle, hiçbir tutkusu ya da gereksinimi olmaksızın para, şan şeref ya da bilmem ne uğruna didinen biri her zaman budaladır.” S- 57
“Her şeyin kaynağı yürektir; tüm gücün, tüm mutluluğun, tüm kederin.” S- 99
Arka Kapaktan;
Son derece duyarlı ve tutkulu bir genç ressam olan Werther’in düşsel dostu Wilhelm’e yazdığı mektuplardan oluşan Genç Werther’in Acıları, edebiyatta akıcılığın yerini alan duygusallığın bir başyapıtıdır.


29 Mayıs 2013 Çarşamba

Kardeşimin Hikâyesi - Zülfü Livaneli


Ahmet Arslan aşırı derecede takıntılı, hiçbir canlıya dokunamayan, hayatın gerçeklerinden ve sosyal hayattan kaçarak kitaplarına ve Podima köyündeki evinde kendisine güvenli duvarlar inşa etmiş, burada huzurla yaşayan bir adam. Zaman zaman garip hayaller görüyor ve gördüklerinin gerçek olduğuna inanıyor. Hayatı o kadar tekdüze ve yalnız ki hayalleri bile her sabah aynı şekilde başlıyor. Podima köyündeki bir cinayet vakası ve bunu araştırmaya gelen gazeteci kız ile tanışması ve ona daha önce hiç kimseye anlatmadığı ikiz kardeşi Mehmet’in hikâyesinin masal gibi, edebiyatı son derece güzel şekilde kullanarak, diğer yazarlardan romanlardan alıntılar yaparak anlatmasının romanıydı. Aşk, kıskançlık, takıntı, kibir, ego, heyecan her şey vardı romanda. Edebiyata ve okumaya verilen önemin bu kadar ön planda tutulduğu başka bir roman okumadım. Sonu ise gayet ilginç ve kurgusu çok başarılıydı. Kısacası ben bayıldım, lütfen okuyun, okudukça film izler gibi hissedeceksiniz.
Altını çizdiklerim;
“İnsan soyunun duygularını anlatan, psikolojik derinliklerine inebilen tek bir birikim vardır: O da edebiyat.” S- 20
“İnsanın kaderini bilmesinden daha korkunç ne olabilir? Herkes öleceği günü saati bilseydi, geriye sayım ne kadar zor olurdu, düşünsenize.” S- 31
“Edebiyat, hayatı anlamanın tek yoludur.” S- 84
“Birine âşık olmak, gözü bağlı olarak, bir uçurumun kıyısında yürümek demektir.” S- 108
“Dünyanın en tehlikeli duygusu aşktır. İnsanları felakete sürükler.” S- 169
“Mutlu olabilmenin tek şartı “unutmayı” başarabilmekti.” S- 185
“İnsanın en kötü yalanı, kendine karşı olandır.” S- 222
“Her insan bedeninin çürüyeceğini bilir ve bundan korkar, ama çoğu insanın ruhu gövdesinden önce çürür; nedense bundan kimse korkmaz!” S- 236
Arka Kapakta kitabında içinde de birkaç defa geçen bir cümle kullanılmış…
“Aşk, bir uçurum kıyısında gözü bağlı yürümektir…”

28 Mayıs 2013 Salı

Kırmızı Pazartesi - Gabriel Garcia Marquez


Marquez’in en iyi romanım dediği bir eser Kırmızı Pazartesi. Santiago Nasar isimli bir karakterin kasabada yapılan bol şenlikli bir düğünün arkasından başpiskoposun gelmesini beklerken öldürülmesini konu alıyordu. Romanı ilginç kılan ise, kasabada yaşayan herkesin Nasar’ın öldürüleceğini bilmesi ve olayı cinayeti engelleyemedikleri gibi hiç kimsenin kendisini bu konuda uyarmamasını anlatıyordu. Romanda Santiago Nasar’ın gerçekten suçlu olup olmadığı bile net bir şekilde belirtilmemiş sanırım Marquez olaya biraz daha gizem katmıştı.
Roman, tiyatroya Macit Koper tarafından uyarlanmış ve merhum gazeteci Hrant Dink’e ithaf edilmiş.  Okuyucunun yaşadığı hissiyatı vermek için salondaki bütün koltuklara “Santiago Nasar seni öldürecekler” diye not koyularak seyirci oyuna dâhil edilmiştir.
Altını çizdiklerim;
“Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım.” S- 101
“Kader görünmemize de engel oluyor.” S- 113
Arka Kapaktan;
Her yazar, yazdığı en son romanın en iyi romanı olduğunu sanır. Benim bu romanım için böyle düşünmemin nedeni, yapmak istediğimi tam olarak gerçekleştirebilmiş olmamdır. Romanlar, yazılırken yazarlarının elinden kaçıp kurtulmak isterler. Romanın kişileri, kendi özyaşamlarına dönerler, en sonunda da canlarının istediğini yaparlar. Ben hiçbir romanımda bu romanımdaki kadar ipleri elimde tutamadım. Belki bunu konu ve hacim nedeniyle başarmışımdır. Konusu çok sert olan ve hemen hemen polisiye bir roman gibi işlenen bir roman bu. Üstelik oldukça da kısa. Sonuçtan hoşnutum.

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Kediler Güzel Uyanır - Yekta Kopan


Normalde roman okumayı daha çok seviyorum ve tercih ederim ama bu kitaptaki kısa ama nitelikli öyküleri çok beğendim. Özellikle yazarın sevdiği kadınlarla ve kitaplarla olan konuşmalarını çok sevdim. Hoş vakit geçirmek ve çok sade bir dille yazılmış duyguları okumak isterseniz tavsiye ederim.
Altını çizdiklerim;
“Ben gidiyorum artık. Veda ediyorum. Çünkü benden uykularımı aldığın günden beri, başkalarının rüyalarını görüyorum.” S- 36
“Bir kitap, içindekileri unuttuğunuz zaman küsmez size. İnsanlar öyle midir ya!” S- 108
“İnsan en kolay kendinden utanıyor. O yüzden sevmem aynaları.” S- 110
Arka kapaktan;
Beklenmedik bir anda, bir kitapla yaşadığın şaşırtıcı buluşma. Kütüphanede, rafta, çalışma masasında öylece durmakta, seni beklediğini bilmeden; zaten sen de farkında değilsin yaşanacakların. Karşılaşıyorsunuz. O senden daha cesur sınırları yok. Sonrası kendiliğinden geliyor. Mutlusunuz. Hepsi bu. 

23 Mayıs 2013 Perşembe

Berlinli Apartmanı - Yaprak Öz


Yitik Ülke Yayınları’nın bana gönderdiği ikinci kitaptı bu roman. Gerçeği söylemek gerekirse arka kapağını okuduğumda biraz korktum, çünkü bu tip romanlar okuyan birisi olduğum pek söylenemez J beni bu türle tanıştırdıkları için Sn. Kadir Aydemir ve Yitik Ülke Yayınları’na teşekkür ediyorum.
Cinayet kitapları çevirmenliği yapan Oya’nın abisinin kendisine yeni bir ev almasıyla başlıyor roman. Oya bu evi çok seviyor ve zamanla apartmanında yaşayan diğer insanlarla samimi olmaya başlıyor. İşte asıl hikâye de o zaman başlıyor. Oya’nın en yakın arkadaşı olan Elif’in sevgilisinin öldürülmesiyle başlayan korkutucu olaylar diğer komşu Ahsen Hanım’ın ortadan yok olmasıyla Oya’nın daha çok ilgisini çekmeye başlıyor ve araştırmalarına birisi onu korkutarak engel olmaya çalışıyor. Okurken kendimi o kadar kaptırmışım ki, çalan telefonla yerimden sıçradığım zamanlar oldu.
Romanda bir polisiye/ korku filminde olabilecek unsurlar vardı. Kediler, bebekler, ters yazılmış cin sureleri gibi insanı derinden sarsabilecek ayrıntılar mevcuttu ve inanılmaz akıcı bir romandı. Hem korktum hem de elimden bırakamadım. Ben böyle tarzlara çok alışkın olmadığım halde bu kadar keyifle okuduysam, bu türleri seven kitapseverlerin bayılacağını düşünüyorum.
Kitapta altı çizilecek beylik cümleler yoktu, sade bir dille yazılmıştı. En sevdiğim karakter de Kiki’ydi zannediyorum..
Arka Kapaktan;
Acaba Berlinli Apartmanı sanıldığı kadar huzurlu, sakinleri ise göründüğü kadar masum değil midir? Korkusunu yenip şüphelerine mantıklı bir açıklama getirme çabasına girişen Oya, bir süre sonra kendisini Türk usulü bir Agatha Christie hikâyesinin içinde bulur.

Tayyare - Serdar Çekinmez



Yitik Ülke Yayınları’ndan daha önce İmza:Kızın ve 90'lar kitabını okumuştum ve farkında olmadan diğer kitaplarını da listeme ekler olmuştum. Yayınevinin kurucusu ve yazarlarından birisi olan Kadir Aydemir'in bloggerlara verdiği destek dolayısı ile adresime yolladığı kitaplardan birisiydi Tayyare.  Beni keyifli bir romanla tanıştırdıkları için yayınevine ve Sn.Kadir Aydemir'e teşekkür ederim.
1940’lı yıllarda Chicago’da geçen çok güzel bir gurbet romanıydı Tayyare. Zaman zaman abartılı bir hayal ürünü ve yanlış zamanda yanlış yerde bulunma, yanlış anlaşılmalar komedisiydi. Araçların motor tamiratından çok iyi anlayan Peyami’nin Amerika’da yaşarken işinden kovulması ve elindeki parayı bir dolandırıcıya kaptırmasının ardından memleketine dönebilmek için kendi uçağını yapmaya karar vermesini ve ona yardımcı olan göçmen Kostas’ın hikâyesiydi. Güzelliği ile bu iki adamın aklını başından alan, biraz akıllı, biraz deli Marie Belle’de romana renk katmıştı. Parasızlığın insana neler yaptırabileceği, gurbetçilerin asla yaşadıkları yere tam anlamıyla kabul edilmemelerini ve ezilmelerini anlatan bir romandı. İçinde Fransızca, Rumca birçok şarkıdan da dizeler bulunmaktaydı. Romanın kurgusunu ve kara mizahını çok beğendim.
Altını çizdiklerim;
“Cisim Marie Belle, hareket de sinema, müzikhol olunca, zaman eşittir ışık hızı… Cisim uçak, hareket de tamirat işleri olunca, zaman eşittir su gibi… Cisim işçi bulmanın veznesindeki memur, hareket de sırada törpülenen ömür olunca zaman eşittir kağnı arabası… Einstein bulmayaydı ben bulurdum şu izafiyet teorisini…” S- 92
“Hayat… Binlerce sürpriz var içerisinde. Ve bir şey biri için varsa herkes için de vardır. Zenginlik de öyle, yoksulluk da öyle. Akıl da öyle, aptallık da öyle… Ne varsa insan icadıdır. İnsan… Kendi eder… Kendi bulur… Derdini de… Çaresini de…” S- 96
“ Göreceksin bir gün bütün dünya ekip çalışmasından, ekip ruhundan bahsedecek. Amerika’daki tüm şirketlerin parolası bu olacak. Belki on, belki yirmi yıl sonra ama bir gün mutlaka!” S- 102
Arka Kapaktan;
Dimitri, Kostas, Marie Belle ve Kaptan pilot Peyami: 1930’lu-40’lı yıllar Şikagosu’na damgasını vurmuş bir avuç İstanbullu… Sizleri “Tayyare”lerine bindirip farklılığın zenginlik olduğu evrenlerine uçuracaklar.

19 Mayıs 2013 Pazar

Düğümlere Üfleyen Kadınlar - Ece Temelkuran


Dört yaralı kadının hikayesi Düğümlere Üfleyen Kadınlar. Hepsinin hikayesi birbirinden ilginç.  İhtimaller sonucunda -belki de birbirlerini korumak amacıyla- bir yolculuğa çıkmaları ve sırlarının ortaya dökülmesinin hikayesi. Madam Lilla, Maryam, Amira ve yazarın kendisi. Kimi güçlü, kimi erkek, kimi çok kadın ama hepsi içten içe birbirine muhtaç. Hikaye bir aşığın mektupları ve Kartaca Kraliçesi Dido’nun yazıtları ile süslenmiş.
Kitabı çok ama çok beğendim, Ece Temelkuran’ın cümlelerini ne kadar özenle seçtiği farkedilen bir ayrıntıydı. Özellikle hislerin tasviri nakış gibi işlenmiş ve kurgusu üzerinde çok düşünülmüş. Çok satanlar listesine girmeyi hakkı ile hakeden bir kitap.

Altını çizdiklerim;
“Çünkü yaseminler rüyalarını unutmazlar böylece. Eve getirip gümüş tabağa koyarsanız yavaşça açılır, geceyi hatırlar ve size beyaz rüyalarını fısıldarlar.” S- 34

“ İnsan, o da eli iyi gelmişse, hayatta kendini bir kere bütünüyle görür. Ömrün gerisi ya o sahneye yeniden kavuşmak için geçer ya da ondan kaçmakla.” S- 39
“ Hakikatte kadınlar, bu alem içinde başka alemlerde yaşarlar. İçinde aşklarını ve büyülerini üfledikleri bir alemdir bu. Erkekler biteviye o alemi hırpalar, yıkar. Kadınlar ise yeniden üfleyerek nefesleriyle kurarlar o alemi. Kadınlar, erkekleri de üfleyerek var ederler. Bir erkek, bir kadının nefesi kadardır; başka hiçbir şey değildir. “ S- 126

“ Bir dua kırıntısı lütfet. Benim kalbim senin için hep namazda.” S- 271
“İnsan ancak sevilince öğreniyor kendini sevmeyi.” S- 275

“ İnsan rüzgarı kendi kendine de üfleyebilir ama bu, o rüzgarla hangi cehenneme düşeceğini bilemez.” S- 280
Arka Kapaktan;

Bir kadının kalbini fena kırmış bir adam...
O adamı öldürmek için çölü geçmeyi göze almış dört kadın... Düğümlere Üfleyen Kadınlar bu yolculuğun romanı.

16 Mayıs 2013 Perşembe

Anayurt Oteli - Yusuf Atılgan


Zannediyorum ki anlatım tarzını en sevdiğim romanlardan birisiydi Anayurt Oteli. Cümleler hiç bitmiyor, araya yeni yeni tasvirler, tanımlar giriyor ve okuyucunun algıları hep açık tutularak konunun nereye bağlanacağı hep bir sürpriz olarak kalıyor. Yusuf Atılgan edebiyatı hakkında okuduklarım doğruymuş, gerçekten çok başarılı.
Kitabın konusuna gelince; babasından kalan oteli işleten Zebercet’in hayal ve gerçeklik dünyası gecikmiş Ankara treniyle gelen kadının otelinde bir gece konaklamasıyla değişir. Bu kadını saplantı haline getiren Zebercet kadının tekrar geri geleceğini düşünerek odasına kimseyi sokmaz, düzeni bozmaz. Hatta bazen kadının orada olduğunu hayal ederek kendisiyle konuştuğunu zanneder.
Günler geçip kadının gelmeyeceğini yavaş yavaş idrak etmeye başlayınca hayata küser ve oteli belki de bir daha açmamacasına kapatır.
Zebercet’in diğer karakterlerle olan ilişkileri konuşmaları da enteresan, özellikle ortalıkçı kadın, emekli subay, horoz dövüşünde tanıştığı Kemal ile olan konuşmaların bazen gerçek bazen de hayal olduğunu düşündürüyordu.
Ben kitaplarını okumayı tercih ediyorum ama dileyenler için Macit Koper’in 1986 yılında yönetmenliğini yaptığı bir filmi de var. Bu filmde festivallerde hatırı sayılır miktarda ödüle sahip.
Altını çizdiklerim;
“Yüksek sesle konuşulanlar, tartışılanlar hep bilinen şeyler olduğuna göre ülkenin yönetimini asıl etkileyen, düzenleyen şeyler bu fısıltılarda gizliydi anlaşılan.” S- 24
“Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak.” S- 53
“Bir eylemin ertesini, sonuçlarını göze alabilirse ya da bunlara kayıtsız kalabilirse, insanın yapamayacağı şey yoktu.” S- 89
“Değişmez tek bir kesinlik vardı vardı insan için: Ölüm” S- 105
Arka kapaktan;
“Ne ölü, ne sağ” bir yaşamın kahramanı Zebercet. Gözünü açtığı ve yaşadığı Anayurt Oteli’yle aynı kaderi paylaşıyor: Birbirine benzeyen geçici ilişkilerle geçen günler, yalnız ve tek başına sürüklenen bir hayat.

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Kar Kurdu - Glenn Meade



#kitapkardesligi bünyesinde #kitapkardesligimayis ayı kitabı olarak seçilen bu kitabı okumuş olmaktan çok büyük keyif duyuyorum. Normalde polisiye - gerilim tercih eden birisi değilim ancak bu kitap benim bu konudaki fikirlerimi değiştirdi diyebilirim. Her şeyden önce yaklaşık yetmiş kişi ile aynı anda kitabı okumaya başlamamız, birbirinden farklı ya da aynı cümlelerin altını çizip bunları instagram ve twitter’da paylaşmamız çok ama çok eğlenceliydi. Darısı yeni kardeşlik aylarının başına :)
Kitap genel olarak Amerika ve Rusya arasındaki politik problemlerden ve Stalin’e düzenlenen bir suikast girişimini konu alıyor. Beni konuya çeken şey ise bu suikastı yapmak üzere görevlendirilen ajanların daha önce cinayet işlemiş katiller olmalarına rağmen ne kadar insan, ne kadar duygusal kişiler olduklarının anlatılmasıydı. Bazı insanlar var ki gerçekten doğuştan kötüler, bazıları da hiç istemedikleri halde bu çukura çekilmişler, işkence ve hakaret, küçük düşürülme sonucunda savunma amaçlı katil haline gelmişler. Kitap elinizdeyken hiç ama hiç bırakmak istemiyorsunuz. Her bölümde olaylar biraz daha karışıyor ama sonunda güzelce toparlanıyor, o yüzden karakter isimlerindeki çokluk sizi şaşırtmasın. Kitabın sonundaki yazarın notunu mutlaka okuyun çünkü hikayedeki gerçeklik payı çok net bir şekilde anlatılıyor.
Altını çizdiklerim;
“Hayatın püf noktası hangi köprülerden geçileceğini, hangi köprülerin yakılacağını bilmektir.” S -99
“Adalet sadece hayatta kalarak gerçekleştirilir.” S – 186
Arka kapaktan;
Karıkoca rolünde iki CIA ajanı Rusya’nın buzlu topraklarından geçerek Moskova’ya gitmek ve dünyanın en güçlü adamını öldürmek zorundadır. Ne var ki onlar daha Sovyet topraklarına ayak basmadan, KGB bu planı öğrenir.

14 Mayıs 2013 Salı

Tanrı'nın Unutulan Çocukları - Craig Silvey

Avustralya Bağımsız Yayıncılar Ödülü tarafından yılın kitabı seçilmiş ve bu ödülü haketmiş bir roman. 
Corrigan kasabasındaki insanların yaşamı ve Vali’nin kızının kaybolmasının konu alındığı romanda gizem, heyecan ve hayal kırıklıkları vardı. Her zaman olayların çocukların gözünden anlatılmasının daha masum, daha gerçek olduğunu düşünürüm ve bu tip romanlar ilgimi daha çok çeker.
Roman gerçekten çok güzeldi, olayların kitap okumaya ve Mark Twain’e hayranlığı olan Charlie’nin dilinden anlatılması ve özellikle çocuğun iç sesleri zaman zaman güldürdüğü gibi, hüzünlendirdi de beni.
İnsanların önyargılarını değiştirmenin ne kadar zor olduğunu da bir kere daha özetledi sanırım.
Kesinlikle tavsiye ettiğim okunması kolay ve eğlenceli, gizemli bir roman.
Altını çizdiklerim;
“Kaybedecek ne kadar çok şeyin varsa, savaştığında o kadar cesursun demektir.” S- 85
“Ödün vermek yenilgiyi kabul etmek demek değildir.” S- 161
“Özür dilemek kendinizi açığa çıkarmak kucaklanmaya alay edilmeye veya intikam alınmaya açık hale getirmek demekti. Özür dilemek bağışlanma dileyen bir soruydu, çünkü iyi bir yüreğin metronomu, her şey yoluna girip olması gerektiği hale gelene kadar yatışmazdı.” S- 303
“Bir şeyin nasıl sonuçlanacağını bilmemek, onu yapmamak için bir neden değildir.” S- 345
Arka kapaktan;
Sıcak bir yaz gecesi beklenmeyen bir misafirin penceresini tıklatmasıyla Charlie’nin sıradan hayatı tamamen değişir. Çünkü toplum dışına itilmiş tuhaf misafirin kimseye söylemediği bir sırrı vardır.

12 Mayıs 2013 Pazar

Kitaplığımda Neler Var?


Uzun zamandır kitaplığımın resimlerini paylaşmayı düşünüyordum aslında ama bu fikrim Mai Kalem tarafından yapılan bir etkinlik katılımı sebebiyle daha keyfili bir hale geldi.

Yer sıkıntısı sebebiyle gerçek kitaplığım yazlık evimizde olmasına rağmen burada da küçük bir hazineye sahip olduğumu söyleyebilirim.

İşte benim kitaplığım;


Burası da bilgisayar masamın yanındaki küçük boşluklar... Tabiki de kitapla dolu... :)

 
Bu son rafım da Kocaeli Kitap Fuarı'ndan aldığım son kitaplarımla doldu... Onlar benim yeni misafirlerim..


Seçmesi çok zor aslında ama en sevdiğim 5 kitaba gelince;

1. Quo Vadis - Henryk Sienkiewicz

 
 
2. Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Ahmet Hamdi Tanpınar
 

3. Ejderha Dövmeli Kız - Steig Larrson

 
4. Açlık Oyunları  - Suzanne Collins
 
 

5. olarak çocukluğumdan bir kitap seçtim.. Çatı - V.C. Andrews

 
Etkinliğe katılan diğer bloggerların kütüphanelerini görmek için sabırsızlanıyorum...
 
 



Kocaeli Kitap Fuarı

 
Haftasonu aile ziyareti için Kocaeli tarafına seyahat ettik. Gitmeden bir gün önce gazetede kitap fuarından bahsedildiğini okumuştum. Ziyaret sebebimiz başka olacağı için gidebileceğime emin değildim ama yine de fuar gezmek için bir şekilde vakit yarattıkJ
 
Gelelim fikirlerime ve neler aldığıma..
Ziyaretimiz Pazar günü olmasına rağmen saat 13 civarında içeri girdiğimizde büyük bir kalabalıkla karşılaşmadım ama sebebinin bugünün Anneler Günü olmasından dolayı olduğunu düşünüyorum.
Fuara gitmeden önce stand yerleşimlerinden hangi yayınevlerini ziyaret etmek istediğime karar verdim. Can Yayınevi, Yapı Kredi Yayınları, İş Bankası Kültür Yayınları ve Ayrıntı Kitabevi benim için öncelikli yayınevleri idi. Vaktimin çoğunu bu standlarda harcadım, geri kalan zamanda da uygun fiyatlı standları gezdim.
Fuar demek benim için indirimli kitap demek ancak bu fuarda hemen hemen bütün yayınevleri aralarında anlaşmışlar gibi sadece %20 indirim yapıyorlardı. Gerçi aynı standtan 3-4 kitap alınca biraz daha indirim yaptılar bana J
Fuardan aldıklarıma gelince..
Can Yayınları;
Şeker Portakalı- Jose Mauro De Vasconcelios
Siddhatha- Herman Hesse
Kediler Güzel Uyanır- Yekta Kopan
Küçük Şeylerin Tanrısı – Arundhati Roy
Genç Werther’in Acıları- Goethe
(Toplam 50 tl)
İş Bankası Kültür Yayınları;
Anayurt Oteli- Yusuf Atılgan
Berlin’in Nar Çiçeği – Füruzan
İçimizdeki Şeytan- Sabahattin Ali
(toplam 30 tl.)
Yapı Kredi Yayınları;
Oblomov- Gonçarov
Cimri – Moliere
Sineklerin Tanrısı – William Golding
(toplam 45 tl)
Doğan Kitap;
Kardeşimin Hikayesi – Zülfü Livaneli
Düğümlere Üfleyen Kadınlar – Ece Temelkuran
Şeytanın İflası – Nermin Bezmen
(yaklaşık 40 tl)
Hiç aklımda yokken Varlık Yayınları’na da uğradım ve;
Kumarbaz- Dostoyevski
Therese Raquin- Emile Zola
Dede Korkut Hikayeleri- Cevdet Kudret
(Kampanyadan yararlandım ve 3 kitap için toplam 10 tl ödedim)   
Geri kalan
Odysseia- Homeros
İlyada- Homeros
İlahi Komedya- Dante
(Bu kitapların da tanesine 7 tl vererek sahip oldum.)
Kendi adıma tahminimden fazla harcadığım ama çok mutlu geçirdiğim bir gün oldu. Yeni kitaplarıma bakınca çok mutlu oluyorum ve elimdeki kitabı bir an önce bitirip yenilere başlamak istiyorum..
Sizce hangisi ile başlamalıyım?? 

10 Mayıs 2013 Cuma

Kuyucaklı Yusuf - Sabahattin Ali

Kürk Mantolu Madonna’dan sonra okuduğum ikinci Sabahattin Ali romanıydı Kuyucaklı Yusuf. Bir iki yerde de paylaştığım üzere kitabın daha ilk sayfalarından itibaren kötü bir şeyler olacağı fikri beni korkuttu ve içimde Yusuf’a karşı bir acıma duygusu vardı. Duygularımda da çok yanılmamışım L
Hikayenin geçtiği 1930’lu yılları düşünürsek çok cesurca yazılmış olduğunu düşünüyorum. Romanın ironi tarafı ise o dönemlerden bu dönemlere kadar hiçbir şeyin değişmemesi. O dönemde de para ve malvarlığı insani değerlerden daha önemliymiş. Namus bile -sadece para açısından güçlü- insanların karşısında değerini yitirebiliyormuş.
Küçük yaşta yetim kalan Yusuf’un hikâyesi Kaymakam Salahattin Bey’in evine gelmesi ile başlıyor. Salahattin Bey, eşi Şahende Hanım ve kızları Muazzez ile çevrili küçük bir kasaba hayatı yaşaması ve kendisine bile itiraf etmekten korktuğu Muazzez’e olan aşkı.
Yusuf ve Muazzez’in yaşadığı olaylar tamamen maddi anlamda yokluktan ve etraflarındaki çıkarcı, doyumsuz ve insani değerlerini kaybetmiş kişilerden kaynaklamaktadır.
Neredeyse bir günde bitirdiğim ender kitaplardan birisi olarak kitaplığımdaki yerini alacak bu roman, kesinlikle okunmalı.
Altını çizdiklerim;
“Bir felakete sükûn ve itidalle tahammül edenlerin manzarası, o felaket için ağlayıp çırpınanların manzarasından çok daha korkunç ve ezicidir.” S- 11
“Hayattan fazla şeyler bekleme. Dünyada bir felaketin içinden en az zararla sıyrılmanın yolu hayata uymak, muhite uymak, hiç sivrilmemektir.” S- 151
“İstihfaf ettiği, kendisinden zayıf bulduğu mahlûkların mahkûmu olmak çok harap edici bir şeydi.” S- 200
Arka kapaktan;
Kuyucaklı Yusuf Türk edebiyatının belki de en romantik kahramanıdır. Hayatın ve insanların zalimliği karşısında naif duruşu ile bir yandan trajik bir sona ilerlerken, bir yandan da yaşadığı lirik aşk hikâyesinin kahramanı olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır.

9 Mayıs 2013 Perşembe

Soğuk Kahve - Ahmet Batman

Bu kitap beni güzel kapağıyla ve önsözü ile bağladı. Ahmet Batman’ın hayatla konuşmasını konu alan küçük yazılarından, notlarından derlenmiş bir kitaptı bu. Okuması eğlenceliydi, birçok yerde okurken gerçekten hayat, aşk böyle, tespitleri ne kadar başarılı diye düşündüm. Yazarın son sözünde de şuna benzer bir şey yazıyordu zaten; “ Hani yazsam ne güzel olur dediğin cümleler var ya ben o cümleleri yazdım, içine biraz seni, biraz da kendimi kattım. “
Kitabın içinde altı çizilecek o kadar çok cümle vardı ki..
Ben sadece birkaç örnek vereceğim size;
“Akıl kalp kadar yormaz bedeni..” S- 15
“Eski sevgiliyi çok özleyip, içinden mesaj atma isteği geldiğinde devreye giren otomatik fren sistemine gurur denir”. S- 49
“Parçalar birleşmediği sürece eksiğiz, birleştiğinde fazlayız.” S- 132
Arka kapaktan;
Sıcak bir kahveden yükselen güzel kokular eşliğinde keyifli bir okuma vaat ediyor Soğuk Kahve.
İronik ve mizahi olduğu kadar keskin bir dil. Belki de çoğumuzun gündelik hayatında olan konuları anlatırken sizi ters köşeden bir bakış açısına yatırıp golü ustalıkla atıyor. Hınzır bir zekânın ürünü olan cümleleri sizi gülerken duygulandıracak, çoğu zamansa hayretler içinde bırakacak.
(Kahraman Tazeoğlu)

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Engereğin Gözü - Zülfü Livaneli

Her devirde okunması gereken bir kitaptı Engereğin Gözü. Haremağası Süleyman’ın gözünden Padişahının annesi tarafından hapsettirilmesi ve onun yerine küçük şehzadenin tahta geçirilmesini konu alan bir roman. Kitapta hangi padişah olduğundan söz edilmemesine rağmen ben tamamen kurgu olmadığını düşünüyorum, içinde mutlaka ki gerçeklik payı vardı. Haremağası Süleyman’ın efendisine olan bağlılığın yavaş yavaş kaybolması, o yere göğe sığdıramadığı zatın yavaş yavaş gözünden düşmesi ve yeni efendisine olan sevgisi, kısacası değişken ruh halleri çok güzel tasvir edilmişti. Bir çırpıda okuduğum bu romanı herkese tavsiye ediyorum, çünkü her devrin romanı olduğunu düşünüyorum.
Zülfü Livaneli’nin kitabı hakkında bir cümlelik yorumu ise şu şekilde “Karanlıkla aydınlık arasında bir roman”
Altını çizdiklerim;
“Ne var ki, bu acımasız dünyada iyilik cezalandırılıyor! Uzun ömrümün bana öğrettiği gerçeklerden biri de bu. Kötülüğü yenmek, iyiliği yenmekten daha zor. Bu yüzden ,iyiler savunmasız oluyorlar, her türlü zararı görüyorlar.” S- 34
“Tahttayken şahin kesilirken, düşünce kadın kucağına yatıp ağlamak nasıl bir işti?” S – 70
“Bu dünyada Allah’ın en çok gücüne giden şey, insanların hadlerini bilmeyip büyüklük taslamalarıydı.” S- 72
Arka Kapaktan;
Engereğin Gözü, Haremağası ile Padişah arasındaki köle-efendi ilişkisi aracılığıyla, “bakışıyla her canlıyı kımıltısız hale getiren bir engereğin gözünü kamaştıran” iktidarın büyüleyiciliği üzerine alegorik bir roman. Bir yanıyla da dil şöleni: Zülfü Livaneli, Evliya Çelebi’nin Naima’nın ve Türkçe’nin büyük dil ustalarının izini sürüyor.