25 Nisan 2014 Cuma

Baharda Yine Geliriz - Barış Bıçakçı


Bu sene kendime daha çok kitap okumak dışında, bazı yazar hedefleri de koydum. Barış Bıçakçı’da bütün kitaplarını bitirmeyi planladıklarımdan birisi. Normalde roman ağırlıklı okumaları severim, konu bütünlüğü bozulmadan devam etsin isterim ama artık kısa öyküleri de severek okuyorum. Barış Bıçakçı'nın çok naif bir kalemi var. Baharda Yine Geliriz bana, hiç Ankara’da bulunmamama rağmen sanki Ankara havasını, durumunu biliyormuşum, sokaklarını, otobüs duraklarını, insanlarını tanıyormuşum gibi hissettirdi. İçindeki öyküler çok güzeldi ancak ben aradaki “Şehir Rehberi” kısımlarına ayrıca bayıldım. İçi dolu kitap, güzel kitap… Tavsiye ederim...

Altını çizdiklerim;

“Yolculuk… Diyorum.

Mahir başını sallıyor, “ içimizdeki taşlar yerine oturuyor” S-9

“Kendi içini göremeyen orada ne rezil şeyler olduğunu bilmeyen, kendi içinden çıkamaz.” S- 19

“Bir kitap yazmak istediğimi söylemiştim. “içinde öyle bir cümle olsun istiyorum ki, kitabı okuyan biri o cümleye geldiğinde kitabı birden kapatıp sımsıkı göğsüne bastırsın.” S- 68

“İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?” S- 68

“Eksilerle artıların birbirini götürmesi gibi kalabalığın da bir matematiği var. Sıradanlık bu olmalı: Bütün karşıtlar birbirini götürüyor. Başka ne söyleyebilirim ki size?” S- 109

 Arka Kapaktan;

"Bu berbat şehirde görüp görebileceğiniz en güzel şeyin terk edilmiş bir fabrikanın kara yıkıntısı olması saçma ya da gülünç mü? Değil! İnsana özgü bir yavaşlığı, sakarlığı hatırlatan tek şey bu yıkıntı çünkü. Şehirde otomobiller, yollar ve binalar, sonunda bütün sıcaklıkların evrenin ölgün sıcaklığıyla aynı olacağı bir geleceğe doğru son hızla gidiyor, uzanıyor, yükseliyor. Ama aralarında banka memuru sevgili dostum Tuğrul'un da bulunduğu sağlığına dikkat etmeyen, fazlasıyla hayalperest bazı insanlar var ki, onlar gece kurdukları saatin sabah çalışmamasını veya en iyisi geriye gitmesini gönülden dileyerek tatlı tatlı esniyorlar."

Şu gürültülü zamanda, gevezelikten ve 'farfara'dan gına getirenlerin sığınacağı bir kuytu köşe, Barış Bıçakçı'nın anlatıları. Minimalizmin duru güzelliği var onun her kitabında.

 Baharda Yine Geliriz'de de, incelikli tablolar çiziyor Barış Bıçakçı. İnsan ilişkilerinden enstantaneler; 'durumlara', duygulara, akıldan esenlere, gönülden geçenlere dair ince fırçalar... Uçucu intibaların izini süren bir görme ve 'bilme' biçimi...

 "İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?"

21 Nisan 2014 Pazartesi

Biber Gazı Hikayeleri - Nalan Barbarosoğlu


Biber Gazı Hikâyeleri, edebiyat dünyasında ilk kez seslerini duyuran kişilerin Gezi olaylarında yaşadıkları gerçek ya da kurgu hikâyelerinin toplandığı bir kitap. Dil olarak okunması kolay ama içerik olarak ağır. Yaşananlar hala çok taze iken okuduğum sayfalar beni gerçekten etkiledi. Birçok konuda insanların benimle aynı fikirde olduklarını gördüm. Olayların her kesimden insanın üzerindeki etkisi ve gösterilen tepkiler sadece on iki öyküde o kadar güzel anlatılmış ki...

Özellikle Gezi Kütüphanesi fikrinin öncüsü olan ve oraya kolilerce kitap taşıyan bir yayınevinden bu kitabın yayınlandığını görmek çok güzel.. Tebrikler Yitik Ülke...
 Konu ile ilgili çok fazla yazacak bir şey yok, zaten kitabın arka kapağında tüm bilgiler veriliyor. Umarım ki bir daha böyle olaylar yaşanmaz ve her göz, her vicdan, her yürek bir yangın yeri olmaz…


Arka Kapaktan;

Bu kitaptaki öyküler, biber gazı kullanımına dur diyenlerin sesidir.

Biber gazının adını Türkiye, yıllar önce yirmi cezaevinde eşzamanlı düzenlenen Hayata Dönüş Operasyonuyla duydu. F tipi hapishaneye karşı çıkan siyasi mahkûmların açlık grevi direnişini kırmak için düzenlenen operasyonlarda otuz iki kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı, iyileşemeyecek derecede sakat kaldı. (Bu insanlık dışı uygulamanın sorumluluları hâlâ cezalandırılmadı.)

 

2013 Mayısı sonunda Geziyi ve Geziye çıkan yolları dolduran binlerce kişi ise ilk kez gözleri yaşararak, genzi yanarak bizzat tanıştı biber gazıyla. Kiminin gözü çıktı, kiminin kafatası parçalandı, kimileri de can verdi.

 

19 Haziranda yayımlanan TTB raporuna göre "31 Mayıs 2013ten beri bu gazdan-silahtan- yaralananların sayısı onbinleri aşmıştır. Biber gazı ve diğer kimyasal kapsüllerinin yarattığı göz kayıpları başta olmak üzere yüzlerce kişide ciddi organ hasarları oluşmuştur; onlarca kişi hâlâ bu nedenle yoğun bakımdadır. Doğrudan etkilenmeler sonucu saptanan ölümler bugün itibarıyla 4 olmasına rağmen dolaylı etkilenmeler sonucu oluşan ölümlerin sayısı ise bilinmemektedir."

 

Resmi sayılarla, ilk yirmi gün içinde yüz otuz bin kapsül biber gazı kullanıldı ve Türkiye’nin yıllık biber gazı stoku tükenmiş oldu. Ama tükenmemiş olmalı ki, polis bulduğu her fırsatta biber gazı kullanmayı sürdürüyor.

 

Nalan Barbarosoğlu’nun hazırladığı "Biber Gazı Öyküleri"nde Kâmil Olgun, Ali Tahir Atakan, Canan Kuzuluoğlu, Cem Binbir, Cemal Çalımer, Derya Solmazer, Erdener Ildız, Nurdan Atay, Özden Tan, Özge Akcan Sözeri, Y. Ceyda Tuncer ve Yurdagül Şahin bir araya geldi.

18 Nisan 2014 Cuma

Semerkant - Amin Maalouf


Zaten var olan Ömer Hayyam hayranlığımı daha da bilinçlenerek arttırmış olan bir kitap Semerkant. Tarihi bilgileri de detaylı vermesi romana olan inancımı yükseltti. Özellikle ilk bölümde Hayyam ve Hasan Sabbah’ın karşılıklı konuşmalarına bayıldım. Ömer Hayyam’ın rubai diye bildiğimiz “Semerkant Yazması” nı nasıl yazdığı ve daha sonrasında da kaybolan yazmanın Amerikalı bir adam tarafından takip edilerek bulunmaya çalışması üç bölüm ile birbirine bağlayan kitabın çevirisinin de çok başarılı olduğunu söylemeden geçemiyorum. Hala okumakta gecikenler varsa ve tarihi romanlara meraklıysanız mutlaka bu kitabı okumalısınız.

Altını çizdiklerim;

“Hiçbir şeye şaşırma, hakikatin de insanların da iki yüzü vardır.” S- 63

“Yalancı ağızlardan dökülen sadakat sözleri kadar kandırıcısı bulunamazdı.” S- 89

“Ölümle ittifak yapan hiçbir dava haklı olamaz.” S- 122

“Bizde erkekler savaşır, ama onlara kiminle savaşacaklarını kadınlar söyler.” S- 127

“Keyfi idareye bırakılmış bir ülkede insanın hayatını dürüstçe kazanamayacağını anladım.” S- 194

Arka Kapaktan;

Titanic'te Rubaiyat! Doğu'nun çiçeği Batı'nın çiçekliğinde! Ey Hayyam! Yaşadığımız şu güzel anı görebilseydim!" Amin Maalouf, "Afrikalı Leo"dan (YKY, 1993) sonra bu kez Doğu'ya, İran'a bakıyor. Ömer Hayyam'ın Rubaiyat'ının çevresinde dönen içiçe iki öykü... 1072 yılında, Hayyam'ın Semerkant'ında başlayan ve 1912'de Atlantik'te bit(mey)en bir serüven... Bir elyazmasının yazılışının ve yüzlerce yıl sonra okunurken onun ve İran'ın tarihinin de okunuşunun öyküsü / tarihi...

14 Nisan 2014 Pazartesi

Evvel Sevda İçinde - İbrahim Öksüz


Bloğumda ilk defa bir şiir kitabına yer veriyorum ki aslında bunca zamandır belki birkaç kelime ile şiirlerin bana hissettirdiklerini yazmalıydım.  Şiir benim biraz eksik olduğum bir konu. Okumayı seviyorum ama yorumlamaya gelince hissettiklerimi tam anlatamamaktan çekiniyorum. Şiirlerin herkese farklı şeyler hissettirdiğini, benim beğendiğim bir tanesini başka birisinin beğenmeyebileceğini düşünen birisiyim. Belki de bu yüzden okuduğum şiir kitaplarını burada yorumlamamıştım.
Her şeyden önce bu kitabın ismi bana çok değişik gelmişti, Şair İbrahim Öksüz ile mailleşmemiz sonrasında kitabının hikâyesini 17 yıllık bir emeğin sonucu olduğunu belirterek ve büyük bir nezaket göstererek adıma imzalı bir kopyayı adresime yolladı. Kendisinin şiirleri Varlık, Adam Sanat, Milliyet Sanat, Kybele, İnsancıl, İblis gibi sözü edilen dergilerde yayınlanmıştır.
Şiirlerinin bir derlemesi olan bu kitaptaki şiirleri okudukça daha çok sevdim, çok sade ve anlaşılabilir dille yazılmış olan Evvel Sevda İçinde, aynı zamanda güçlü duyguları da hissettiriyordu. Özellikle Sn. Öksüz’ün gökten düşen üç elmasına yazdıklarına bayıldığımı itiraf etmeliyim…
İçinden birkaç alıntı yapmama ve sizlerle paylaşmama kızmayacağını düşünüyorum.
oysa sen
şimdi prefabrik düşler peşindesin
düşlemek güzeldir
ahlaksız olabilir bazen
seni gidi kuyruksuz yalan
görüyorum ki
sözlerin aşktan uzak
oysa sesin yakın
aldığın her nefes kumar.
nereye böyle aleacele
bir şiiri yarım bırakıp hem de...
----------------------------------------------------------------------------
 Bugün yine seni çok sevdim
 yorgunum
 dinlenmeliyim
----------------------------------------------------------------------------
Arka Kapaktan;
 
Bir evde çiçek varsa şiir de var demektir.
Onlar sadece yerlerini sevmez, sana aşkı da sevdirir.
Evin içinde akan ırmağı hissedebilirsin ama sesini duyamazsın.
Beri yandan duvar saatinin çıkardığı ses sana sürekli bir masal anlatır.
"Evvel Sevda İçinde, çok güzel bir kız varmış. hani sonsuza bir eklersen sen olur ya, işte o kadar güzel," diye başlayan.
 
Kendi masalının 'bir varmış'ını bu kitapta bulacaksın.
Bir de bakacaksın, şiirlerde bir'i yokmuş...
 
İbrahim Öksüz Biyografisi…
 
1973 yılında Üsküdar’da denize nazır bir hüzne doğdu. Çınar ağacı gibi heybetli bir baba, akasya gibi naif bir annenin oğludur. Özverili bir ablası içten içe kendisinden daha yakışıklı olduğunu düşündüğü bir ikiz kardeşi vardır. Çocukluğu istikrarlı bir haylazlıkla geçti. Dost olmanın büyüsüne, çoğul düşünmenin gereğine, bir varmış bir yokmuşlara, en çok da aşkın en eski masal olduğuna inanır.

 Yine de bu kitap gökten düşen üç elması

İdil’e, Rüzgar ve Destan’a adanmıştır.”

Bizim Büyük Çaresizliğimiz - Barış Bıçakçı



Sebepsiz bir huzur ve tuhaf bir sıkıntı veriyor bana Barış Bıçakçı okumak. Yazdıkları hep kısa olmasına rağmen, sanki satır aralarında daha çok şey anlatıyor bize. Bu kitap ta öyleydi. Annesi, babası vefat eden, abisi ise Amerika’da okuyan Nihal’in, abisinin çocukluk arkadaşı iki adamın yanında bir yıl süre ile yaşamasını konu ediyordu. Nihal kırılgan bir genç kız ama yanında kaldığı Ender ve Çetin aslında ondan daha kırılgan. İki adamın arkadaşlığı ise çok farklı boyutlarda, birbirlerine bağımlı bir yaşam sürmeye alışmışken hayatlarına giren bu genç ve yaralı kızın etkisiyle onlar da değişiyorlar ve tabi ki ateş ve barut yan yana durmakta zorlanıyor. Akıcı ve bir o kadar da hüzünlü bir roman ve ismi çok güzel… Bizim Büyük Çaresizliğimiz…

Altını çizdiklerim;

“Önce aşk vardır. Hatırlamak da, acı çekmek de, sevgilimize vereceğimiz çiçeğin fotosentezi de ondan sonra başlar.” S- 3

“Benden okumak için kitap önermemi isteyenlerin kalbimi de istediklerini sanıyordum. Hala öyle!” S- 31

“Aşk eşitler arasında yaşanır.” S- 57

“Kederden kederiyorum.” S- 104

“Kendisi de sayısız insan tarafından anlatılmış sayısız hikâyeden ibaret olan gerçeği kim bilebilir ki?” S- 144

Arka Kapaktan;

Sıkı bir dostluk... Aslında hikâye onların hikâyesi, Ender'in ve Çetin'in... Günün birinde hayatlarına bir genç kız girer. Şimdi düşünme, hatırlama ve kendini didikleme zamanıdır.

"Nihal'e başından beri olduğumuzdan farklı göründük. Böyle gerekmişti. Koruyucu, kollayıcı, soğukkanlı, ne yap­ması gerektiğini bilen, Nihal düzgün yürüsün, üniversiteyi uzatmadan bitirsin, yaşadığı felaketten makul adımlarla uzaklaşsın diye asfalt döşeyen iki orta yaşlı, deneyimli erkek. Biri göbekli, diğeri kel."

Barış Bıçakçı, bu çağa özgü lâf kalabalığından; dil, duygu, düşünce kirliliğinden paçalarına tek damla çamur bulaştır­madan çıkabilen, şaşırtıcı bir içışığı cömertçe yayan bir ya­zar. Nefes alır gibi, su içer gibi yazıyor

9 Nisan 2014 Çarşamba

Son Ada - Zülfü Livaneli



Biliyorsunuz ki her ayın 1’inde #kitapkardeşliği okuma grubumuz ile bir kitap seçip okumaya çalışıyoruz. Bir önceki ayda öneriler toplanıyor ve elemelerde en çok oy alan kitap aybaşında okunmaya başlıyor. Okuduğumuz süre boyunca da okuma hallerimizi, altını çizdiğimiz cümleleri facebook, twitter ve instagram da diğer kardeşlerimiz ile paylaşıyoruz. Kitap okumak zaten çok keyifli ancak bunu bir grupla birlikte yaptığınızda çok daha keyifli bir hale geliyor. Sizin hoşunuza giden bir cümle başka birisi tarafından paylaşılmış olduğunu gördüğünüzde gülümsüyorsunuz. Fazla uzatmıyorum bu ay için ben başka bir kitaptan yana oyumu kullanmıştım ancak seçilen kitabı daha önce okumadığım için ben de varım dedim. İyi ki de demişim….
Zülfü Livaneli’nin kalemini çok severim, gayet sade bir dille olayları anlatmasına bayılırım, ancak bu kitabın yeri bende çok ayrı oldu. Konuda biraz distopya, ütopya, Sineklerin Tanrısı ve biraz Hayvan Çiftliği tadını hissettim. İsimsiz anlatıcının son sığınak, son insani köşe olarak adlandırdığı son adadaki yaşamın, yine insanlar tarafından ne hale getirildiğini içim burkularak okudum. Sadece 40 hane aileden oluşan ve huzur içinde yaşayan insanların, para, güç ve iktidar hırsı ile yaşadıkları cennet köşeyi ne hale getirdiklerine inanamadım.   Mutlaka okuyun, bence bu kitap Zülfü Livaneli’nin ustalık eseridir. Bir de unutmadan, filmi yapılmalı kesinlikle…
Altını çizdiklerim;
“Her yerde kötülük çok kuvvetli ve zor yeniliyor. İyilik daha zayıf kalıyor.”  S-66
“Dünyada kötülük daha örgütlü ve daha planlı, iyiliğin içinde zaten bir saflık var. Bu yüzden dünyanın her yerinde kötülük saflığı yeniyor.” S- 67
“Şiir silahtan güçlüdür.” S-85
“Halk dediğin değişken bir şeydir. Bugün böyle davranır yarın tam tersini yapar. Teşvik ve tehdide bağlı…” S- 91
“Biz insanlar evren hakkında düşünürüz, yargılara varırız ama evrenin bizim hakkımızda ne düşündüğünü hiç merak etmeyiz.” S-97
“Korku nefreti, nefret korkuyu besliyordu.” S- 124
“Bunalan insanların, yalan bile olsa bir umuda sığınma ihtiyaçları, gerçeği söyleyenlerden nefret etmesine yol açıyor.” S- 151
Arka Kapaktan;
 "Zülfü büyük kapıdan bu romanıyla girmiştir."
-Yaşar Kemal-
 
Son Adanın adsız anlatıcısı, adını kendisinin koyduğu bu yeri "son sığınak, son insani köşe" olarak niteliyor. Anlattığı, nerdeyse bir ütopya: "Herkes elinden geldiği kadarını, içinden geldiği kadarını yapıyordu." Ancak bu durum uzun sürmez: Ülkenin darbeci başkanının emekliliğini huzur içinde geçirmek için adaya yerleşmesi, bu cennet adada yaşayanların huzurunu kaçıracaktır.
 
Başkan, Son Adayı her tür "anarşi"den kurtarmaya kararlıdır. Adanın halinden hoşnut toplumunu "çoğunluğun oyları neyi işaret ediyorsa onu yaparak" oluşturduğu "kurul"lar eliyle yönetmeye, adanın ağaçlıklı yolunu "park ve bahçe geleneklerine göre düzenlenmiş" bir hale getirerek başlar. Görünüşte her şey demokratik geleneklere uygundur.
 
Ütopya tam bir distopyaya dönüşürken, başta martılar, bu gidişe başkaldıranlar da vardır...
 
 "Livanelinin bu benzersiz yaratıcı romanında, insan yapısı otoriteyle karşı karşıya... Yazar bizi dünyamız üzerinde yeniden düşünmeye çağırıyor. Mutlaka okunmalı."
-Prof. Lenore Martin, Harvard Üniversitesi-
 
 
"Romanı bitirdiğinizde, bir yurdu yok eden kişilerin, küçük bir adayı da kolaylıkla yok etmesinin doğal olduğunu anlıyorsunuz."
-Hasan Akarsu, Cumhuriyet-
 

3 Nisan 2014 Perşembe

Son Hafriyat - Emrah Serbes



Okuduğum bu roman ile Emrah Serbes’in bütün kitaplarını tamamlamış bulunuyorum. Hikâyem Paramparça ile başlayıp Erken Kaybedenler ile tavan yapan Emrah Serbes keyfim, Son Hafriyat ile son buldu. Behzat Ç. Dizisini düzenli izlemedim, sadece uzaktan takip ettim ama kitabı böyle ise, muhtemelen dizi hakkındaki yorumlar da boşuna değildir. Yine çok keyif alarak okuduğum bir romandı. Behzat Ç. Kızının intiharından sonra susmayı tercih etmiş ve cinayetleri hiç konuşmadan çözmeye çalışıyor, yine o asi tavrından vazgeçmiyordu. Behzat Ç.’nin bu kadar tutulmasında sadece karakterin kendisinin değil, etrafında bulunan karakterlerin de etkisinin çok büyük olduğuna inanmaktayım. Keyifli, akıcı, ince bir ironiye sahip bir cinayet, polisiye kitabıdır, alın okuyun, pişman olmayacaksınız.

Altını çizdiklerim;

“Herkesin bildiği ama konuşulmaması gereken şeyler vardır.” S- 95

“Suskunluk bulaşıcıdır.” S- 100

“Kadınlar öyledir, kendilerini sevmeyen erkeklere “seni seviyorum” dedirtmeye bayılırlar.” S- 112

“Dalga geçen bir adamın söylediklerini ciddiye almak kadar korkunç bir şey yoktur.” S- 200

Arka Kapaktan;

 Behzat Ç., Cinayet Büro Amirliği'nde başkomiser, hayata karşı işlenen suçlar uzmanı...

Başına gelenlerden sonra lanet etmiş, çekip gitmişti aslında. (Dizinin ilk kitabı Her Temas İz Bırakır'ı okuyanlar bilir.) Hayır, hâlâ işinin başında! Ama ağzını bıçak açmıyor. Tek bir laf çıkmıyor ağzından. El işaretleriyle, çehresiyle, suskunluklarla anlatıyor anlatacağını - ve tabii dellenmeleriyle...

Bu bir AnKara polisiyesidir...

Behzat Ç. ve ekibi, kötü bir Renault Toros'la Sakarya Caddesi'nden Ayaş'a kadar altını üstüne getiriyor Ankara'nın.

Sadece cinayetçiler değil, belediyenin envai çeşit birimi de altını üstüne getiriyor Ankara'nın. Her yer hafriyat. Kavşak inşaatıydı, kabloydu, boruydu, tamirattı...

Sadece onlar da değil ama... Kendine 'Red Kit' diyen bir adam da çukurlar kazıp duruyor. Öldürdüklerini tabuta koyup gömüyor o çukurlara - gömüp polise haber veriyor. Çok acayip, çok da zeki bir adam bu, feleğin çemberinden geçmiş, içinde intikam acısı... Belli, polisle bir meselesi var.

Behzat Ç. ve ekibi, Ahlak Bürosu'na bile nasip olup da hâlâ kendilerine verilmeyen bir Megane'ın hayalini kurarak, kötü Renault'yla Ankara'da fink atıp Red Kit'i arıyor.

Bir AnKara polisiyesi...