29 Ağustos 2013 Perşembe

Dostluk Ekmeği - Darien Gee


Bir parça hamur bunca insanı bir araya getirip problemlerinden sıyrılmalarını sağlayabilir mi? Küçük Mucizeler Dükkanı tadında bir romandı. Bir parça ekmek hamurunun mayalanması ve pişirilmeden önce en az 3 kişi ile paylaşılması ana fikrine dayanarak, hayatta büyük kayıplar yaşamış üç kadının bir araya gelmesi dertlerini paylaşarak hayata dört elle sarılmalarını sağlayan sıcacık bir hikayeydi. Biraz da Amerikanvari olduğunu da belirtmeden geçmek istemiyorum tabi.

Altını çizdiklerim;
“Hayatı zengin kılan şeyler, beklenmedik dönüşlerdir.” S- 144
“Sevdiğiniz insanın kaybından asla kurtulamazdınız ama bunun, hayatınızın her parçasını ele geçirmesine izin vermektense hayatınızın bir parçası olmasına izin vermenizin bir yolunu bulabilirdiniz.” S- 159
“Gerçekten ne düşündüğünüzü paylaşmadan önce birini ne kadar iyi tanımanız gerekirdi?” S- 181
Arka Kapaktan;
Bizi bize anlatan sıcacık, lezzetli bir hikaye… Kâh ağlatan kah sinirlendiren kah güldüren Dostluk Ekmeği, imkansız gibi görünenleri gerçekleştirmenin aslında bizim elimizde olduğunu muhteşem bir dille anlatıyor.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Salçalı Ekmek - Serkan Koktay



Kırklareli doğumlu olan Serkan Koktay’ın ilk öykü kitabıydı Salçalı Ekmek. Sadece adı ile bana çocukluğumu hatırlatmış olmasının yanında içinde sıcacık, samimi öyküler bulunan bir kitaptı. Öykülerin iç içe geçmesini ve bir mahallede yaşayan insanların hayatlarını birbirine bağlayarak anlatması etkiledi beni. Yazarın özellikle kitabını babaannesine ithaf etmesi tuhaf gelmişti bana, ancak öyküleri okudukça rahmetli babaannesinin ne kadar güçlü ve sevgi dolu olduğunu anladım. En çok beğendiğim bölümleri ise komşu kızı Şükran’ın hayatı ve bir yılbaşı gecesinin anlatıldığı bölümlerdi. Keyifle okunabilecek, detaylı tespitleri bulunan bir uzun öykü kitabıydı Salçalı Ekmek.
Altını çizdiklerim;
“Hangi tarafta olduğunu bilmeden savaşmak ne zor bir duygudur. Kazananı yoktur, kaybedeni yoktur. Kuşattığın bir kale, ele geçirdiğin bir ülke hiç yoktur.” S- 14
“Hayat insana rolleri bazen sadece oyuncularını değiştirerek yeniden yaşatıyor. “ S- 76
Arka Kapaktan;
Ben büyümeyi hiç istemedim. Küçük bedenimde çok daha mutluydum. İsteklerim bedenim gibi küçüktü. Fazlasını bilmiyordum, düşünmüyordum da. Yettiği kadarı ile mutluydum. Büyüdükçe her şey değişti. İstemenin daha çok istemeyi de getirdiğini ezberledim. Yetinmeyi öğrendim büyümek ile birlikte. Ve öğrendikçe küçüldüm…

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Şeytan ve Şair - John Underwood



1500’lü yıllarda yazılan ve günümüze kadar gelen eserlerin kimler tarafından yazıldığını nasıl biliyoruz? Sahiplerinin onlar olduklarına emin miyiz? Bu eserleri parayla başkasına yazdırmış olabilirler mi?

 
Tüm dünya tarafından kabul edilmiş edebi şaheserlerin yazarının aslında O olmadığı ortaya çıkarsa edebiyat, tiyatro ne hale gelir? Ve bu ülkelerin bile bir gelir kaybı yaşamasına sebep olur mu?
 

Konuyla ilgili ipucu vermek istemediğim için sorularla başladım yazıma. Jake isminde bir gazeteci ve oyuncu olan kızı Melissa’nın, bir akademik profesörün kitabının yayınlanmadan öldürülmesini araştırmalarının romanıydı. Roman akıcı ve büyük ustalardan alıntılar ile doluydu. Olaylara macera katabilmek için biraz zorlanılmış gibi geldi bana. Her ne kadar yazar kitabının birkaç yerinde Dan Brown’a atıfta bulunsa da onun tarzında yazmaktan geri kalmamıştı. Kısacası, hikâyenin konusu ve kurgusu güzeldi ama yine de daha kısa tutulsa daha etkili olabilirdi.

 
Altını çizdiklerim;

 
“Çoğu kez kendimizdedir derdimizin devası” S- 123

 
“Şüphe, tıpkı özenle bakılıp büyütülmesi gereken bir bebek gibidir, zaman ister.” S- 177

 
“Birçok şair fakirlik içinde öldü. Ancak tarihte onun kadar fakir ölen başka kimse yoktur; diğerleri arkalarında edebi değeri olan eserler, hatta bir ya da iki tane kitap bile bırakmışlardır.” S- 179
 

Arka Kapaktan;

“Kadim dost, İsa aşkına,

Dağıtma bu mezarın tozunu.

Bu mezar taşını koruyanı Tanrı korusun,

Ve kemiklerimi yerinden oynatana lanet olsun.”

 
Bu dörtlük, masum bir mezar kitabesinden çok daha fazlasını anlatıyor olabilir mi? İnsanlığın en önemli isimlerinden biri olan eşsiz şair ve oyun yazarı Shakespeare, gerçekten bir dahi mi, yoksa bir sahtekar mıydı?

Kaiken - Jean-Christophe Grange



Kitap Kardeşliği bünyesinde okuduğum kitaplardan birisiydi Kaiken. Okumaya başlamadan önce Japon felsefeleri hakkında daha çok bilgi sahibi olup, enteresan kurallar, gelenekler öğrenebileceğimi zannetmiştim ama tahminlerim çok doğru çıkmadı. Hikaye güzeldi ama kurgusu sıkıcıydı. Gerçek katilin kim olduğu belli olduktan sonra gereksiz bir uzatma vardı diyebilirim. Macera ve gizemli, şaşırtıcı romanları seviyorum ancak Kaiken bu talebimi tam anlamıyla karşılayamadı. Hikayede ayrıntılara hiç önem verilmemiş, baştan savma konular ortaya serpiştirilmiş gibi hissettim. Şaşırtıcı olması için çaba sarf edilmiş, okuyucu ters köşeye yatırılmaya çalışılmış ama bu konuda da çok başarılı olunamamıştı.  Yine de Grange hayranlarının okumadan duramayacağı bir kitap olduğunu zannediyorum.

Altını çizdiklerim;

“Çünkü aşk diğerinin duygusuyla beslenirdi. Coşku olmadan kalp durur, duygusuzlaşırdı. Tüm paylaşma yetisini kaybederdi. Sonunda da içine kapanarak yalnızlığıyla kendini korumaya çalışırdı.” S- 31

“Yasalar suçluları koruyordu, bu pekala bilinen bir şeydi.” S- 43

“Kalplerin uzaklaşması, bedenlerin uzaklaşması ile başlardı.” S- 72

Arka Kapaktan;

Doğan güneş karardığında, geçmiş, çıplak bir kılıç gibi keskinleştiğinde, Japonya artık bir anı değil, kabus olduğunda, Kaiken’in zamanı gelmiş demektir.

15 Ağustos 2013 Perşembe

Karışık Kaset - Uygar Şirin



90’lı yılları ergenlik veya yetişkin olarak geçirenlerin mutlaka okuması gereken bir roman… Çünkü sizi alıp öyle yerlere götürüyor ki, heyecanlanıyorsunuz. 1990’da başlıyor Ulaş ve İrem’in hikâyesi, birisi 12 diğer 13 yaşındayken. Ulaş anlatıyor size aşkını, arada İrem’in de notları var tabii. Ulaş müziğe özellikle de Türkçe Pop müziğe inanılmaz meraklı, kafasında her duruma uygun bir şarkı çalabiliyor, hayatını neredeyse şarkı sözleri üzerinden yürütebilecek kadar da bilgili bu konuda. Ulaş’ın babası, annesi, İrem’in babası ve annesi ayrıca ortak mahalle arkadaşlarının da katılımı ile çok bizden bir roman olmuş bu. İlk defa Uygar Şirin okuyorum ve çok beğendim. Çok fazla detay vermek istemiyorum çünkü Ulaş ve İrem’in aşk hikâyesi çok naif ve yoğun.

Bu kitabın bana verdiği keyifle en kısa zamanda kendime bir 90’lar Türkçe şarkı listesi yapmayı (MFÖ ağırlıklı) planlıyorum, bir de Mazhar Alanson’un Mazharolmak kitabını okumalıyım…

Altını çizdiklerim;

“Herhalde insan birini bu kadar bekleyince gözleri ona oyun oynuyor.” S- 66

“Bazen küçük bir sessizlik yıllara yayılır, bazen dünyanın gürültüsü tek bir güne toplanır.” S- 67

“Etrafında bir ayna yoksa gerçekten var olduğunu nasıl bilebilirsin?” S- 83

“Kitap en iyi dosttur. İnsana ihanet etmez.”  S-94

“yanlıştan korkmanın bedeli daha ağır, olduğun yere çakılır, aynı yerde döner durursun” S- 277

Arka kapaktan;

Senaryo, roman ve sinema yazılarıyla tanıdığımız Uygar Şirin, Anne Tut elimi ve Büyük Deniz Yükseliyor’un ardından üçüncü romanıyla okurların karşısında. Bu kez aşktan söz ediyor ve fonda Sezen Aksu’dan Göksel2e, MFÖ’den Mirkelam’a, Erkin Koray’dan Duman’a Türkiye’nin son 40 yılından onlarca şarkı çalıyor.

11 Ağustos 2013 Pazar

Sinestezya - Jeffrey Moore

 


İlk önce Sinestezi’nin ne anlama geldiğini tanımlamak istiyorum. Tam doğru kelimeleri kullanmak istediğim için Vikipedi’den alıntı yapıyorum.
Sinestezi; bir algı modalitesi uyarıldığında birden fazla kanalda uyarılma oluşmasına verilen tıbbi isimdir. Metafor, sembolizm kelimeleri gibi, çeşitli sanat ürünlerinin tanımlanmasında kullanılan "sinestezi" kelimesinden farklı olarak bu olguyu yaşayan kişiler, kasıtsız ve sürekli olarak oluşan benzetmelerden bahsederler. Kısaca, birden fazla algı sistemi aynı nesnelere kendi yorumlarını aynı kuvvette verirler. Sinestezi sahibi insanlar, örneğin, insanları, insan olarak değil de görsel/işitsel/tekstürel vb. bir nesne/olgu olarak hatırlar ve benimserler. Annesini ılık süt, kardeşini bir kedi vb. olarak gören/hatırlayan/düşünen biri gibi...
Şiddeti birbirinden farklılık gösteren üç sinestezi hastasının Alzheimer’li bir anneyi iyileştirmek üzere aynı evde yaşamasının romanıydı. Üç hastanın ve annenin günlüklerinden alıntılar yapılmış, şiirlerden ve sanattan alıntıların yanı sıra bu kişilerin doktorunun notlarıyla da olaylar detaylandırılmıştı. Bu hastalık hakkında daha önce hiç bilgim olmamasından dolayı da okuduğum en ilginç romanlardan birisi olarak kütüphanemde yerini aldı. Özellikle Alzheimer’lı Stella ve oğlu Noel’in günlüklerinde yazanlar Alzheimer’lı hastalara ve onlara bakan yakınlarının hissettikleri çok güzel bir şekilde aktarılmıştı. Sinestezi belki çok yaygın bir rahatsızlık değil ancak Alzheimer’lı hastaları ve yakınlarının hislerini anlayabilmemiz için de kesinlikle okunması gereken bir roman.
Altını çizdiklerim;
“Televizyon rezildir, yerin dibindedir. Onun yüzünden çocuklar artık kitap okuyamıyor.” S- 14
“Bilim adamları insanın doğasından bahsedebilir, ancak kilit vurduğumuz kalbimizdeki duyguları sadece şairler özgürlüğüne kavuşturabilir.” S- 15
“Ahlak mantığı ya da doğası gereği herhangi bir temeli ya da yaptırımı olmaksızın insanlar tarafından uydurulmuştur.” S- 210
“Gökkuşağını görmek istiyorsan yağmura katlanacaksın. Her şey mükemmel olsaydı hiçbir şeyin değerini bilmezdik.” S- 254
“İçki ve uyuşturucuların sebep olduğu sisin içinden dünyayı düzgün görmek zordur.” S- 294
Arka kapaktan;
Sinestezya dünya çapında bir bilim adamının notlarına ve onunla birlikte çalışan dört sinesteziğin günlüklerine dayanan, zihnin kimyasından ruhun simyasına, sinesteziden Alzheimer’e, Batı felsefesinden 1001 Gece Masalları’na uzanan, unutulması zor, kışkırtıcı bir roman.

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Mart Menekşeleri - Saraj Jio


Kapağına bayılmam sebebiyle aldığım bu kitap, bir günde okunabilecek keyifli bir aşk romanıydı. Yazar olan Emily’nin kocasından boşanması sonrasında kafasını dinlemek üzere yengesinin yanına bir sahil kasabasına gitmesi ve kaldığı odada bulduğu bir günlükte yazanları araştırmasıyla geçen bir hikayeydi. Okunması gayet keyifli, tasvirleriyle sizi bir sahil kasabasında hissettirebilecek etkiye sahipti. Altı çizilecek çok fazla cümle yoktu ama gerçek aşkın hissettirildiği romanın genel havasından etkilendiğimi belirtmeden geçemiyorum.
Altını çizdiklerim;
“Hayat birisine seni seviyorum demenin kararsızlığını yaşamak için çok kısa” S- 87
“Büyük aşklar zamana, kalp ağrısına ve mesafelere meydan okur”. S- 311
Arka Kapaktan;
Umudun, hüznün ve pişmanlığın bir arada işlendiği büyüleyici bir roman… İlk kitabı Mart Menekşeleri ile Library Journal En İyi Kitap Ödülü’ne layık görülen Sarah Jio, insan kalbinin, ne kadar hatalı olura olsun sevdiklerimizi her zaman affedeceğini eşsiz bir dille anlatıyor.

1 Ağustos 2013 Perşembe

Alper Kamu- Cehennem Çiçeği - Alper Canıgüz


Yine Alper Canıgüz’ün zekice kurgusu ve Alper Kamu macerası okudum.. Bütün Alper Canıgüz kitaplarını bitirmenin de keyfi ile en beğendiğimin Cehennem Çiçeği olduğunu söyleyebilirim. Alper Kamu bu sefer de apartmanına yeni taşınan bir ailenin özürlü çocuğunun ölümünün arkasındaki sırları ortaya çıkarmaya çalışıyor. Tabi ki kendi yöntemleriyle. Bu sefer biraz daha olgun, daha büyük gibi davransa da o hala 5 yaşında ve inanılmaz zeki. Bence hikayenin beş yaşında bir çocuktan anlatılması olayları daha da eğlenceli bir hale getiriyor. Alper Canıgüz’ün her romanında sözü geçen karakterler de öyle ya da böyle bu kitapta da karşıma çıktı ve gülümsetti beni.
Özetle, kurgusuna bayıldığım, bir sürü cümlenin altını çizdiğim absürt bir roman okudum, önce birinci kitap olan Oğullar ve Rencide Ruhlar’ın okunması şartı ile tavsiye ederim.
Altını çizdiklerim;
 
“Açlık böyledir işte, en miskinini bile harekete geçirir.” S- 31
“Mutsuzluklarını kanıksamışlardı ve daha büyük bir şeyin peşinde koşmak akıllarından bile geçmiyordu. “ S- 51
 
“Bir çocuğa, anne babasını ağlarken görmekten daha fazla koyan pek az şey vardır dünyada.” S- 78
“Aşk da Tanrı’da ölümsüzdür.” S- 79
“Ben aşkı hayattan çok ölüme benzetirim… ve insan bir kere ölür.” S- 140
“Adaleti bu dünyada arayan yalnızca belasını bulur.” S- 155
 
Arka Kapaktan;
 
Dünyanın en küçük dedektifi geri döndü. Alper kamu 9 yıl sonra, hala 5 yaşında…
Alper Canıgüz’ün eşsiz kahramanı Alper Kamu’yla birlikte her türlü şiddetin hüküm sürdüğü bir atmosferde, kırık hayatların, küllenmiş aşkların ve daha nice esrarın peşinde kara mizahla yüklü yeni bir yolculuğa çıkıyoruz.