Son zamanlarda ufak ufak bilim kurgu romanlarına yöneldiğimi ve bunlardan çok keyif aldığımı fark ediyorum. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanını okumaya başladığımda Cesur Yeni Dünya romanını da okunacaklar listeme eklemiştim. Her şeyden önce 1932 yılında yazılan bu romanın nasıl bir hayal gücü ile yazıldığını düşünmek etkiledi beni.
Öyle bir dünya düşünün ki anne, baba kavramı ayıp, Tanrı yok, bebek doğurmak yasak, bebekler şişelerde büyüyor ve doğduktan sonra uykuda eğitim sistemi ile sürekli bir şeylere şartlandırılıyorlar.
Bütün insanlar genetiklerine göre artı, eksi, A, B, C gibi sınıflara ayırılıyor ve bir tanesinde hata olsa diğerleri tarafından aşağılanıyor. İnsanların en son yapacakları şey ise düşünmek, kızgın, stresli ya da en ufak bir rahatsızlıklarında devletin sağladığı soma isimli uyuşturucuyu içip hayatlarına devam ediyorlar, yani kargaşaya hiç mahal verilmiyor. Özetle ben çok beğendim ve kesinlikle tavsiye ediyorum.
Altını çizdiklerim;
“İnsanın birleştirdiğini ayırmaya doğanın gücü yetmezdi.” S- 44
“Konusunu bilmeden bir dini öğrenemezsin.” S- 49
“Eğer doğru kullanırsan sözcükler X ışınlarına dönüşebilirler- her şeyi delip geçerler. Okursun ve delinirsin.” S- 98
“İnsan eğer sorgulamaksızın kabullenmeye şartlandırılmamışsa, mutluluk, gerçekten çok daha zor bir uğraş.” S- 280
Arka Kapaktan;
"Cesur Yeni Dünya" bizi "Forddan sonra 632 yılına" götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar" yazan Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezinde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, "annelik ve babalık pornografik birer kavram olarak görülür Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya -uykuda eğitim- ile sağlanır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. "Herkes herkes içindir."
"Cesur Yeni Dünya"nın önemi yalnızca ardılları için bir standart oluşturması ve karamsar bir gelecek tasarımının güçlü betimlemesiyle değil, aynı zamanda birey yok edilse de süren macerasının sağlam bir üslupta anlatılmasıyla da ilgili. Huxley, yapıtını ütopa geleneğinin kuru anlatımının dışına çıkarıp iyi edebiyat kategorisine yükseltiyor.
Ben de severim ütopyaları. Gerçi itiraf edeyim çok da meraklısı değilim. Bir kitap gerçeklikten ne denli uzaklaşırsa benim için o denli sıkıcı olur. :) Ama 1984'ü severek okumuştum bu da merak ettiğim bir kitap. Kısa bir zamanda okumayı düşünüyorum.
YanıtlaSil