Anadolu’da mecburi hizmetini yapmış bir doktor olan Ercan Kesal’ın ailesini, öğrenciliğini, 80’li yılların siyasi durumlarını ve Anadolu insanının karakteristik özelliklerini de katarak yazdığı bu kitap beni derinden etkiledi diyebilirim.
İçinde babasız kalmış çocuklar, açlıktan ölenler, cinsel tacize, tecavüze uğrayan genç kadınlar, çocuklar, hastalık ve imkânsızlıkların barındığı bu kitap mutlaka okunmalı. Bir annenin, bir babanın çocuklarının ölüsüne, kemiklerine ulaşma isteği, hasreti, cumartesi annelerini, Madımak Oteli’nde yaşananları ve o dönemdeki siyasi durum gibi bir sürü konuyu ele alan bu kitabı alın, okuyun, okutturun… Neredeyse her cümlenin altını çizebileceğim bu kitabı kaçırmamalı..
Altını çizdiklerim;
“Vicdanımız kuruyor. Babalarını erken kaybetmiş yetim çocukların masum başlarını koyacakları göğüsler çoktan çöktü, farkında mısınız?” S- 25
“Birbirimizin hayatlarının içindeyiz. İstesek de istemesek de.” S 70
“Birbirimizin hayatlarının içindeyiz. Bundan hiç haberdar olmasak da…” S- 71
“”İnsan olmak” kendi mutlu olduğun şeyleri yanındakilere iletmektir. İnsan, kendinde olmasını istediği herhangi bir şeyi bir başkası için de aynı şiddette isteyebiliyorsa “insanım” diyebiliyor.” S- 72
“Kelimelerin ruhu vardır. Kelimeler, sadece harflerin bir araya gelmesiyle oluşan anlamın dışında bir şeydir.” S- 123
“Farkında mısınız, sahip olduklarınızın, başkalarının da işine yarayabileceği bir büyük sofradır yeryüzü?” S- 190
“Sonuna kadar tüketip, bitirmek yerine, ihtiyacımız kadarını alıp, geriye kalanını bizden sonrakilere bırakabileceğimiz bir hayat… Gerçekten, çok mu zor?” S- 191
Arka Kapaktan;
Hayatın en yalın ve en efsunlu meseleleri, ölüm ve yaşam, anne-baba-çocuk arasındaki zor muhabbeti büyümek ve yaşlanmak üzerine… Vefalı bir oğulun gözüyle. Bilhassa ölümün, ölümle baş etmenin olağanüstülüğü ve olağanlığı üzerine… “Alışmaya” direnen bir hekimin gözüyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder