Bir süredir sınav
hazırlıklarımdan dolayı istediğim gibi kitap okuyamıyorum ve blog ile
ilgilenemiyorum. Okuduğum kitapların da beni yormayacak incelikte olmasına özen
gösteriyorum. Ferhat Uludere’nin daha önce 1001 Fıçı Bira isimli kitabını
okumuş ve çok eğlenmiştim. Yitik Ülke Yayınları’ndan ilk kitabının tekrar
basıldığını duyduğumda ise tereddüt etmeden aldım. Yaklaşık 5 gün boyunca
yanımda gezdirdiğim bu kitabı iki saatte okuyup bitirdim ve inanılmaz beğendim.
Sadece doksan sayfa olan bu kitapta altını çizdiğim cümleler ve paragraflar
oldu. Daha başındaki önsözü ile beni bağlayan kitabı elimden bırakamadım. En sevdiğim
cümleler ise şöyle…
“Zamanı tüketmek zorunda olmak
dışında yapabilecek bir şeyim yok. Yine de zamanla işimin daha bitmediğine
inanıyorum bir saatimin olmayışı zamanı daha da soyut kılıyor. Soyutlaştıkça,
ona karşı savaşım azalıyor”
“Bu hayatta her şeyi bir tören
havasına büründürmeli insan, her şey ibadet gibi olmalı. Tanrı dediğiniz,
boşluktan oluşan varlığı düşünerek bütün kutsallığı ona ayırdınız. Doğaya ve
yaşama sunulması gereken ibadeti ortadan kaldırdınız. Onları, varlıklarının
dışına çıkarmaktan korktunuz. Asıl tembel sizlersiniz..”
“Beyin; Tanrı’nın insanı
cezalandırmak için yarattığı bir işkence aleti. Beyin olmasaydı, hiçbir şey var
olmayacaktı. Işığı bilemeyecektim, arzulamayacaktım onu. Burada olmayı
kabullenecektim. Hayvansı bir yaşam yaratabilirdim burada.”
Arka Kapaktan;
Sayıklamalar, Ferhat Uludere'nin
ilk kitabı. İnsanı etkileyen hikâyelerin olduğu bir kitap. Yaşamak yıllarla
ölçülen bir şey değildir, ama bu öyküler sanki daha çok yaşamış birinin elinden
çıkmış izlenimi uyandırıyor. Bu yüzden de hikâyeler yürek burkucu ve
etkileyici. Ben şahsen, kimine önceden aşina olduğum halde hepsini okudum,
sonra kimine bir kez daha baktım. Sonra da, uzun süre aklıma takıldıklarını
fark ettim. Daha doğrusu aklıma takılan tek tek hikâyelerin kendilerinden çok,
bir dünyaydı, Ferhat tarafından yaratılmış bir dünya: Çaresiz bir yalnızlık
güzellemesi, imkânsız bir ilişkiler bütünü, loş odalar, yağmur, ne yaptığını
bildiğini sanan insanlarla kendisine neyin niye yapıldığını anlamayan insanlar.
Ve bir tür üçüncü göz sahibi, yaradılış yumağının nedenini ve hikmetini
anlamamış (belki de, zahmet etmemiş) bile olsa, nasıl sarıldığını bilen bir
insan. Dünyayı bize kendi köşesinden bakarak anlatan, her zaman anlatıcı
olmayan bir anlatıcı. Ferhat dünyaya biraz da Borges gibi bakıyor. Gören
gözlerin sathi taramasından çok, görmeyen gözlerin deşici eşici bakışıyla…
-Sevin Okyay-
hımmm biraz daha araştırayım yorumun enfes belki bende alır okurum bunu
YanıtlaSilmerhaba taze bloguma çay içmeye davet ediyorum sizi. :) http://kahragunluk.blogspot.com.tr/
YanıtlaSil