İlk defa okuduğum ve yine
keşfetmekte geç kaldığım bir yazar Ayfer Tunç. Başkahraman Mürşit’in
hissettiklerini öyle güzel betimlemiş ki sanki okuduğum süre boyunca o ağrıyı,
sıkıntıyı içimde hissettim. Mürşit ve Madenci’nin birbirine benzer sırları, her
ne kadar kitabın sonuna kadar konuşulmasa da onları birbirine bağlayan en büyük
etken. İkisi de önceden istemeden yapmış oldukları suçlar karşısında ezilmekte
ve hayattan kopuk bir şekilde yaşamaktadırlar. Birbirleri ile konuşmalarındaki
ve özellikle Mürşit’in hislerinin anlatımındaki inceliğe bayıldım. Ayfer Tunç
çok güzel bir yazım diline sahip. Kesinlikle tavsiye edebileceğim, içi dolu
romanlardan birisi…
Altını çizdiklerim;
“Hikayeler insanı kendi
kuyusundan çıkarır, başkalarının kuyularına atar.” S- 12
“Anlatabilmek için
anlatılacakların olgunlaşmasını beklemek lazım. Bir acıyı zamansızca anlatmak
dokusunu bozar, beklemek lazım.” S- 71
“İnsanın yaşlandıkça kısalmasının
nedeni bu, kemiklerin kısalmasıyla ilgisi yok, yerçekimi denen şey dünyanın
yorgunluğu aslında, bizi yere çeken şey dinmeyen bu yorgunluk.” S- 111
“Anlatmak acıyı gidermiyor ama
uyuşturuyor.” S- 143
“Hem aşk en iyi ihtimalle
hastalıktır, çoğu zaman iyileşirsin, iyileşmezsen de ölürsün.” S- 177
“Anlamak her şeyi değiştiriyor.”
S- 243
Arka Kapaktan;
"Hayat, kayaç katmanları
gibi parçalarına ayrılan değersiz bir kütledir."
Türkçe edebiyatın sözünü
sakınmayan kalemi Ayfer Tunç, yazarlık hayatının 25. yılında sarsıcı bir
romanla karşımızda.
Hayatı "yolcu" olarak yaşamak
isterken baba mirası otelin işletmecisi, ailesinin "reisi" olmak
zorunda kalan Mürşit, her geçen gün tamahkârlaşan bir şehirde, gerçek dostluğu
İstanbul'da bıraktığı hayaletlerden kaçarak Mürşit'in oteline sığınan
Madenci'de buluyor. İki arkadaşın dünya algısı, okuyucuya Türkiye tarihindeki
utanç sayfalarının bir özetini sunuyor.
Arka planı toplumsal facialar,
kitlesel cinnet hikâyeleriyle örülen Dünya Ağrısı'nda, geçmişle hesaplaşma
cesaretini gösteren insanları yaşadıkları toplumdan ayıran sınır imleniyor.
Dünya Ağrısı kelimelerle sıkılmış
bir yumruk.
Böyle bir şehirde sır saklamanın
imkânsız olduğunun farkında değil. Öğrenecek elbet, bir gün şehir dediği şeyin
birbirini gözleyen sayısız gözden ibaret olduğunu o da anlayacak. Ama buna
çoktan alışmış olacak ya da daha fenası başkalarını gözleyen sayısız gözden
biri haline gelecek. Babamın oğlu o olmalıydı diye düşünüyor, ben, oğlum gibi
bir oğul olsaydım babam mutlu ölürdü; oğlum babamın istediği gibi bir oğul
olduğu için ben mutsuz öleceğim.
Aynı fikirdeyim, Ayfer Tunç'un farklı bir dili var kitaplarını seviyorum. Ben de yakın zamanda okudum bu kitabı:
YanıtlaSilhttp://mahrem-i-esrar.blogspot.com.tr/2014/02/dunya-agrs-ayfer-tunc.html
ben de yeni okudum , gerçi Ayfer Tunç genel olarak sevdiğim, yazımına bayıldığım yazarlardan , ...
YanıtlaSil