İçinde gerçek yaşamdan kesitler
bulunan romanlara oldum olası bayılmışımdır. Romana inanmamı, samimiyetini
hissetmemi kolaylaştırır. Hasret’te böyle bir romandı. Kurtuluş Savaşı
öncesinde Müslüman bir adam ile Rum kadının aşkını ve Müslüman ailenin kızı
reddetmesi sonucunda yarım kalan bir hikâyeyi anlatıyordu. “Kavuşamazsan aşk
olur” sözünün doğruluğunu kanıtlar gibiydi. Tacettin ve Patricia’nın aşkı hızlı
ve tutkulu bir şekilde başlıyor, ancak mübadele sırasında devlet eliyle
aralarına kapatamayacakları bir mesafe koyuluyor. Birçok yerinde gözlerimin
dolmasına engel olamadığım bir roman okudum. Canan Tan’ın özellikle mübadele
konusunda yaşananlar hakkında çok araştırma yaptığı ve konuyu gerçekliği ile
yazmayı hedeflediği çok açıktı. Bazı kitaplar boşuna çok satanlar listesine
girmiyor, okunmalı mutlaka…
Altını çizdiklerim;
“Din, dil, köken gibi değerler,
kimseye zorla kabul ettirilemezdi.” S- 89
“Doğduğumuz, büyüdüğümüz, bin bir
sevinç ve üzüntüyle yoğrularak üzerinde yaşadığımız memleketimizden koparılıp,
bilmediğimiz diyarlara göçüyoruz. Ve o diyarların adına vatan diyoruz. Köklerinden sökülmüş ağaçların başka topraklarda kök
vermesi kolay mı?” S- 144“İmkânsızlıkların farkında olsa da ümit etmekten vazgeçmiyordu insan.” S- 204
“Büyük acılarla yara almış
insanlara, “zaman her şeyin ilacıdır” lafı küfür gibi gelir.” S- 208
“Yeni doğan her bebek yeni bir
umuttu. Umudu avuçlarında taşırdı bebekler…” S- 310
Arka Kapaktan;
Lozan antlaşmasının öncesinde
imzalanan mübadele sözleşmesi, bir buçuk milyona yakın insanı yerlerinden
yurtlarından ederken, geride parçalanmış hayatlar, boynu bükük aşklar ve
nesiller boyu sürecek hasret hikâyeleri bırakacaktır.
Tıpkı Tacettin’le Patricia’nın
hikâyesi gibi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder